Keşke buraya şu ekipmanı alın ve rahat edin deseydim :) Ama maalesef bu kadar kolay bir konu değil.
Öncelikle kendinizi iyi tanımalısınız. Her yeni başlayan çok hızlı ve pahalı ekipmanlara yönelmek ister. Ama sizin oyun stiliniz nedir bu çok önemli. Eğer kontrol konusunda iyiyseniz hızlı bir ekipmanla çok zorlanmaya bilirsiniz. Ancak karşıdan gelen top sipin ve şutlarda etkisiz kalıyorsanız, sizin hızlı raketiniz sizi daha da çok zorlayacaktır.
nitekim hızlı ekipmanla topu karşıya hızlı atarsınız. Haliyle karşıdan da size hızlı gelecektir. Yan sipinlere (Falso) karşı dayanıklı değilseniz. yumuşak ve yapışkanlı lastikler sizi oyundan bile soğutabilir. Masaya uzak oynuyorsanız yavaş bir ekipmanla fileye takılan toplarınızı hakem bile sayamayabilir.
Profesyonel ekipmanlarda yanlış vuruşun sayı getirmesi neredeyse imkansızdır. Hazır raketlerde topa yanlı bile vursanız sayıyı kazanabilirsiniz. Ancak bunu pro ekipmanlarda beklemeyin. Bu nedenle pro ekipmanlar sizi daha doğru tutuş, vuruş ve duruş şekline uymanızı sağlar.
Benim genel tavsiyem marka takıntısı olmadan bütçenize uyun bir ekipmanla yola çıkmanızdır. Eğer ilk kez profesyonel ekipman kullanacaksanız çok pahalı birşeyler almayın. Lakin sürekli değiştirmek zorunda kalabilir ve bütçenize inanılmaz külfetler yükleyebilirsiniz.
Eğer imkanınız varsa pro ekipman kullan oyuncuların olduğu spor salonlarına gidip ekipmanlarını inceleyebilirsiniz. Hatta birkaç vuruş yaparak size ne hissettirdiğini anlarsınız.
Böyle bir imkanınız yoksa ikinci el satılan tahtaları uygun fiyata almanızı tavsiye ederim. Hem çok bütçe ayırmamış olursunuz hemde hoşuna gitmediğini düşündüğünüzde para kaybetmeden satabilirsiniz.
Kombinasyon raketlerle hazır raketler arasında çok ciddi farklılıklar vardır. Hazır raketlerde yazılan 100 speed 100 kontrol gibi derecelendirmeler kombinasyonlar (profesyonel raketler) için bir anlam ifade etmez.
Tahta olarak marka düşünmeden ALL ALL+ OFF- gibi bir hız sanırım size yetecektir. Lastik olarak mümkünse çok sert olmayan 1,9 2,0 gibi bir kalınlığı aşmayan avrupa tarzı bir lastikle başlayınız. Lastikleri 2. el almanızı pek tavsiye etmem. Lastikler oynadıkça özelliklerini kaybeden ekipmanlardır. Belki çok yıpranmış bir lastik aldığınız için lastiğin performansını anlayamazsınız.
Lastik için başlangıç kesinlikle tırtıklı yada anti olmasın. Mümkünse üst yüzeyi yapışkanlı çin lastiklerini de almayın. Bunlar farklı bir oyun tarzı gerektiren farklı karakterde lastiklerdir.
Unutulmamalıdır ki en iyi ekipman kişini kendisidir.
kürşad
biraz ondan biraz bundan!!!
31 Ekim 2013 Perşembe
14 Ağustos 2013 Çarşamba
EKİPMAN DENEMELERİ KREANGA CARBON
Uzun zamandan beri kullanmakta olduğum tahtadır kendileri. Şu aralar piyasada bulmak oldukça zor.
Tahta off+ sınıfındadır ve doğal olarak gayet hızlı bir tahta. Ancak diğer off+ lardan daha hızlı değil. Bu tahta sadece hızlı olsun diye üretilmiş bir tahta değildir bilginiz olsun. Hızlı fakat kontrol noktasında da sizi yarı yolda bırakmayacak bir tahta. Çok hafif olan yapısı uzun oyun ve rallilerde size avantaj veriyor
Görüntü itibarıyla zaten mest edici bir duruşu vardır ve elinize oturan sapı size güven verir.
Ben tahtayı backhandde bryce fx ve forhandde donic coppa co platin ile kullanıyorum.
Bryce sert bir lastik ve maximum sünger kalınlığı olduğu için solüsyonlayarak oynuyorum. Solüsyon kullanmazsanız odun gibi bir şey oluyor.
Bryce Oldukça uygun tepkiler veriyor. Hız ve spin konusunda sizi yarı yolda bırakmıyor. Tahtanın özelliği olan hız ve hafiflik sayesinde gönlünüzce şut çekebiliyor ve spin atabiliyorsunuz. Bryce zaten rüştünü ispat etmiş bir lastik olduğundan uzun uzun anlatmaya gerek yok.
Platin for hande beklediğimden daha iyi bir sonuç verdi. Side spin (yan falso) ve blok konusunda bryce dan daha iyi. Top spin ve şutlarda biraz sıkıntı veriyor alışmak gerekiyor. Lakin platin Bryce a göre daha yüksek atıyor. Bu nedenle dışarı çıkan top spinleriniz ve şutlarınıza üzülüyorsunuz. Servisi olabildiğince dolu atmak için platini kullanıyorum. Bryce o konuda biraz daha zayıf.
Masa üstü ve orta mesafede kontrol sağlamak gayet kolay. İlk bir kaç antremanda sorunlar olabilir ancak bence tahtanın en iyi yanı KOLAY ALIŞIYORSUNUZ. Birkaç maç sonra sanki size özel yaratılmış bir tahta gibi düşünmeye başlıyorsunuz. Nizami olmayan, tek ayak üstünde, yada zor vuruşlarda çok şaşıracak derecede güzel sonuçlara ortaya çıkıyor. Pro ekipmanların en büyük handikabı doğru vuruşu yapamazsanız sayı verirsiniz. Ama kreanga da bu minimum seviyede. Top tahtanın köşesine çarpsa bile güzel vuruşlar çıkabiliyor. Bunun nedeni ULC denilen ve çapraz olarak yerleştirilmiş carbon katmanından kaynaklanıyor.
Bu tahta ile 10 dan fazla lastik denedim. Sonuçta tahtanın öyle bir yapısı varki lastiğin karakteri biraz geri planda kalıyor. Diğer tahtalarımla denediğimde bir daha asla kullanmam dediğim lastikleri tekrar tekrar yapıştırıp oynuyorum.
DEĞERLENDİRME
TAHTA: 10 üzerinden 9
BRYCE 10 üzerinden 7
PLATİN 10 üzerinden 8
Tahtanın avantajları:
1- Alışılması kolay bir tahta
2- Off+ olmasına rağmen kontrol hala sizin elinizde
3- Mesafe sorunu olmaksızın istediğiniz yere topu rahatlıkla gönderebiliyorsunuz
4- Çok hafif olması uzun maçlarda ve uzun rallilerde size avantaj sağlıyor
5- Top hissi çok iyi ve istenmeyen titreşimler yok.
Dezavantajları:
1- Off+ diye sunuluyor ama o kadar hızlı değil (bir gergely yada tricarbon değil)
2- Üst yüzeyindeki renkler birkaç yapıştırmadan sonra siliniyor.
3- Lastiklerin karakteri biraz geri planda kalıyor.
Tahta off+ sınıfındadır ve doğal olarak gayet hızlı bir tahta. Ancak diğer off+ lardan daha hızlı değil. Bu tahta sadece hızlı olsun diye üretilmiş bir tahta değildir bilginiz olsun. Hızlı fakat kontrol noktasında da sizi yarı yolda bırakmayacak bir tahta. Çok hafif olan yapısı uzun oyun ve rallilerde size avantaj veriyor
Görüntü itibarıyla zaten mest edici bir duruşu vardır ve elinize oturan sapı size güven verir.
Ben tahtayı backhandde bryce fx ve forhandde donic coppa co platin ile kullanıyorum.
Bryce sert bir lastik ve maximum sünger kalınlığı olduğu için solüsyonlayarak oynuyorum. Solüsyon kullanmazsanız odun gibi bir şey oluyor.
Bryce Oldukça uygun tepkiler veriyor. Hız ve spin konusunda sizi yarı yolda bırakmıyor. Tahtanın özelliği olan hız ve hafiflik sayesinde gönlünüzce şut çekebiliyor ve spin atabiliyorsunuz. Bryce zaten rüştünü ispat etmiş bir lastik olduğundan uzun uzun anlatmaya gerek yok.
Platin for hande beklediğimden daha iyi bir sonuç verdi. Side spin (yan falso) ve blok konusunda bryce dan daha iyi. Top spin ve şutlarda biraz sıkıntı veriyor alışmak gerekiyor. Lakin platin Bryce a göre daha yüksek atıyor. Bu nedenle dışarı çıkan top spinleriniz ve şutlarınıza üzülüyorsunuz. Servisi olabildiğince dolu atmak için platini kullanıyorum. Bryce o konuda biraz daha zayıf.
Masa üstü ve orta mesafede kontrol sağlamak gayet kolay. İlk bir kaç antremanda sorunlar olabilir ancak bence tahtanın en iyi yanı KOLAY ALIŞIYORSUNUZ. Birkaç maç sonra sanki size özel yaratılmış bir tahta gibi düşünmeye başlıyorsunuz. Nizami olmayan, tek ayak üstünde, yada zor vuruşlarda çok şaşıracak derecede güzel sonuçlara ortaya çıkıyor. Pro ekipmanların en büyük handikabı doğru vuruşu yapamazsanız sayı verirsiniz. Ama kreanga da bu minimum seviyede. Top tahtanın köşesine çarpsa bile güzel vuruşlar çıkabiliyor. Bunun nedeni ULC denilen ve çapraz olarak yerleştirilmiş carbon katmanından kaynaklanıyor.
Bu tahta ile 10 dan fazla lastik denedim. Sonuçta tahtanın öyle bir yapısı varki lastiğin karakteri biraz geri planda kalıyor. Diğer tahtalarımla denediğimde bir daha asla kullanmam dediğim lastikleri tekrar tekrar yapıştırıp oynuyorum.
DEĞERLENDİRME
TAHTA: 10 üzerinden 9
BRYCE 10 üzerinden 7
PLATİN 10 üzerinden 8
Tahtanın avantajları:
1- Alışılması kolay bir tahta
2- Off+ olmasına rağmen kontrol hala sizin elinizde
3- Mesafe sorunu olmaksızın istediğiniz yere topu rahatlıkla gönderebiliyorsunuz
4- Çok hafif olması uzun maçlarda ve uzun rallilerde size avantaj sağlıyor
5- Top hissi çok iyi ve istenmeyen titreşimler yok.
Dezavantajları:
1- Off+ diye sunuluyor ama o kadar hızlı değil (bir gergely yada tricarbon değil)
2- Üst yüzeyindeki renkler birkaç yapıştırmadan sonra siliniyor.
3- Lastiklerin karakteri biraz geri planda kalıyor.
15 Eylül 2011 Perşembe
SAKALAR (İSKİTLER)
İskitler'in Tarih sahnesine yaklaşık MÖ 1000 li yıllarda çıktıkları tahmin ediliyor. Orta Asyadan başlayıp neredeyse balkanlara kadar olan toprakların tamamına hükmetmişlerdir. Zamanının en güçlü imparatorluğunu kurmuşlardır. Kurdukları güçlü imparatorluk ve sahip oldukları çok geniş topraklar sayesinde Avrasya kıtasında bulunan tüm kavim ve medeniyetlere tesir etmişlerdir.
İlk olarak Öntürk kavmi olan Kimmerleri Kırım ve kuzey Karadeniz bölgesinden kovdular, Kimmerler bu nedenle göç edip Anadoluya girerek orada bulunan tüm kavimleri yenmişlerdir. Anadolunun Tarih yapısını değiştirmişlerdir.
İskitlerin en önemli rakibi olan Kimmerlerin bölgeyi terk etmesinden sonra daha zayıf olan Got ve Frankler fırsat bulunca buraları terk etmişler ve şimdiki avrupa halklarının oluşmasını sağlamışlardır.
Kibir ve kendini beğenmişlikte en üst noktalarda olan Persleri kendilerine düşman bilen İskitler onların üzerine yürüdüler ve her seferinde büyük galibiyetler aldılar. (Ne zaman İskitler yıkılıp tarih sahnesinden çekildiler, o zaman Persler, Anadolu ve Yunanistan'a saldırıp herşeyi yakıp yıkmışlar ve medeniyetleri geriye götürmüşlerdir. Bakınız TERMOFİL SAVAŞI)
İskitlerin çok ilginç adetleri vardı. Çoğunlukla göçebe yaşarlardı. Göçleri sırasında 2 çift yada 3 çift öküzün çektiği arabalar kullanırlardı. Bu arabaları keçe ile kaplarlar ve hareket eden bir evleri olurdu. Erkekleri at ile Kadınlar ise bu arabalarda göç ederlerdi. Genelde dağınık yaşayan boylar ve kabileler şeklindeydiler. Hasat zamanı bir araya gelirlerdi.
Kız çocukları dünyaya geldiklerinde sağ göğüsleri kızgın demirlerle dağlanırdı. Böylece sağ kol ve omuzları daha güçlü olurdu. Bir kız evlenene kadar savaşlara katılırdı. 3 düşman öldürmeden evlendirilmezdi. Evlendikten sonra savaşlara katılması yasaktı.
İnsanlar genelde çok yemek yerler ve etleri mümkün olduğunca pişirerek yerlerdi. Ata iyi binebilmesi için çocuklarını kundaklamazlardı ve bu da kısa boylu olmalarına neden oluyordu. Genel yapıları kısa boylu geniş gövdeli güçlü ve sağlamdı. Çok iyi at binen, ok ve yay kullanmakta usta, savaşlarda bunların dışında balta ve kılıç da kullanan savaşçı bir kabileydiler.
Antik Yunanistan ile ticari ve siyasi ilişkiler kurmuşlardır. Bu nedenle İskitler hakkındaki bilgilerin çoğu Yunanlı tarihçilerden kalmadır. Özelllikle HEREDOT ve HİPOKRAT İskitler hakkında çok detaylı bilgiler vermişlerdir.
Günümüz Tarihçilerinin bir kısmı İskitlerin, İranlı olduğunu savunsalar da bunun hiç bir dayanağı yoktur. Lakin konuştukları dillerde birkaç kelime dışında ortaklık göze çarpmaz. Ayrıca HEREDOT'un anlattıklarına bakacak olursak; İskitlerle, İranlılar birbirlerinden çok farklıdırlar der.
Zaten İran menşeili kaynaklarda İskitlere TURAN ÜLKESİ denilir. AFRASİYAP bu ülkenin hakanıdır ve İranlılarla çok kereler savaşmış birisi olduğu belirtilir. İran'ın en önemli destanı ŞAHNAME de bu savaşlar anlatılır. Bu destanda adı geçen Afrasiyap kesin olarak kanıtlanmıştır ki ALPER TUNGA dır. Alper Tunga destanında da bu savaşlardan söz edilir. Şahname'nin yazarı Firdevsi Zal Oğlu Rüstem'i överken şöyle demiştir. "Rüstem öyle bir kahramandır ki Turan Ülkesinin Sultanına meydan okumuştur." Buradan bile anlaşılıyor ki İranlılar Türklerden ne kadar korkmaktadırlar.
Batılı Tarihçilere göre antik çağlardaki uygarlıkların kökenini çok kısır kabul ederler onlara göre Mezopotamya milletleri, Araplardan. Anadolu kavimleri Hint-Avrupa dan, Önasya milletleri İranlılardan, Avrupa milletleri de Yunanlılardan gelmektedirler. Oysa yeni yeni bulunan kayıtlara göre pek çok medeniyetin temelinde Türk soyu bulunmaktadır.
Biz bunu kabul etsek te etmesek te bu böyledir. Bunun bilincinde olan ATATÜRK, tarih konusunda pek çok mesai harcamış ve bunun sonucunda ETİ MADEN, SÜMERBANK gibi kurumlara onların adını vermiş ayrıca Ankara'da bazı semtlere (SAKALAR, İSKİTLER) eski Türk kavimlerinin isimlerini koymuştur.
İlk olarak Öntürk kavmi olan Kimmerleri Kırım ve kuzey Karadeniz bölgesinden kovdular, Kimmerler bu nedenle göç edip Anadoluya girerek orada bulunan tüm kavimleri yenmişlerdir. Anadolunun Tarih yapısını değiştirmişlerdir.
İskitlerin en önemli rakibi olan Kimmerlerin bölgeyi terk etmesinden sonra daha zayıf olan Got ve Frankler fırsat bulunca buraları terk etmişler ve şimdiki avrupa halklarının oluşmasını sağlamışlardır.
Kibir ve kendini beğenmişlikte en üst noktalarda olan Persleri kendilerine düşman bilen İskitler onların üzerine yürüdüler ve her seferinde büyük galibiyetler aldılar. (Ne zaman İskitler yıkılıp tarih sahnesinden çekildiler, o zaman Persler, Anadolu ve Yunanistan'a saldırıp herşeyi yakıp yıkmışlar ve medeniyetleri geriye götürmüşlerdir. Bakınız TERMOFİL SAVAŞI)
İskitlerin çok ilginç adetleri vardı. Çoğunlukla göçebe yaşarlardı. Göçleri sırasında 2 çift yada 3 çift öküzün çektiği arabalar kullanırlardı. Bu arabaları keçe ile kaplarlar ve hareket eden bir evleri olurdu. Erkekleri at ile Kadınlar ise bu arabalarda göç ederlerdi. Genelde dağınık yaşayan boylar ve kabileler şeklindeydiler. Hasat zamanı bir araya gelirlerdi.
Kız çocukları dünyaya geldiklerinde sağ göğüsleri kızgın demirlerle dağlanırdı. Böylece sağ kol ve omuzları daha güçlü olurdu. Bir kız evlenene kadar savaşlara katılırdı. 3 düşman öldürmeden evlendirilmezdi. Evlendikten sonra savaşlara katılması yasaktı.
İnsanlar genelde çok yemek yerler ve etleri mümkün olduğunca pişirerek yerlerdi. Ata iyi binebilmesi için çocuklarını kundaklamazlardı ve bu da kısa boylu olmalarına neden oluyordu. Genel yapıları kısa boylu geniş gövdeli güçlü ve sağlamdı. Çok iyi at binen, ok ve yay kullanmakta usta, savaşlarda bunların dışında balta ve kılıç da kullanan savaşçı bir kabileydiler.
Antik Yunanistan ile ticari ve siyasi ilişkiler kurmuşlardır. Bu nedenle İskitler hakkındaki bilgilerin çoğu Yunanlı tarihçilerden kalmadır. Özelllikle HEREDOT ve HİPOKRAT İskitler hakkında çok detaylı bilgiler vermişlerdir.
Günümüz Tarihçilerinin bir kısmı İskitlerin, İranlı olduğunu savunsalar da bunun hiç bir dayanağı yoktur. Lakin konuştukları dillerde birkaç kelime dışında ortaklık göze çarpmaz. Ayrıca HEREDOT'un anlattıklarına bakacak olursak; İskitlerle, İranlılar birbirlerinden çok farklıdırlar der.
Zaten İran menşeili kaynaklarda İskitlere TURAN ÜLKESİ denilir. AFRASİYAP bu ülkenin hakanıdır ve İranlılarla çok kereler savaşmış birisi olduğu belirtilir. İran'ın en önemli destanı ŞAHNAME de bu savaşlar anlatılır. Bu destanda adı geçen Afrasiyap kesin olarak kanıtlanmıştır ki ALPER TUNGA dır. Alper Tunga destanında da bu savaşlardan söz edilir. Şahname'nin yazarı Firdevsi Zal Oğlu Rüstem'i överken şöyle demiştir. "Rüstem öyle bir kahramandır ki Turan Ülkesinin Sultanına meydan okumuştur." Buradan bile anlaşılıyor ki İranlılar Türklerden ne kadar korkmaktadırlar.
Batılı Tarihçilere göre antik çağlardaki uygarlıkların kökenini çok kısır kabul ederler onlara göre Mezopotamya milletleri, Araplardan. Anadolu kavimleri Hint-Avrupa dan, Önasya milletleri İranlılardan, Avrupa milletleri de Yunanlılardan gelmektedirler. Oysa yeni yeni bulunan kayıtlara göre pek çok medeniyetin temelinde Türk soyu bulunmaktadır.
Biz bunu kabul etsek te etmesek te bu böyledir. Bunun bilincinde olan ATATÜRK, tarih konusunda pek çok mesai harcamış ve bunun sonucunda ETİ MADEN, SÜMERBANK gibi kurumlara onların adını vermiş ayrıca Ankara'da bazı semtlere (SAKALAR, İSKİTLER) eski Türk kavimlerinin isimlerini koymuştur.
14 Eylül 2011 Çarşamba
HİTİTLER
Anadolu ve ilk medeniyetler denildiğinde akla ilk gelen uygarlık. Anadolu'ya tamamen hükmetmiş muhteşem bir medeniyet. Kesin olmaması ile birlikte en geç MÖ 3000 li yıllarda Anadolu'ya geldikleri tahmin ediliyor. Hint-Avrupa kökenli bir topluluktur. Ne var ki Hititlerden kalma hiç bir yazı bu dille okunamamaktadır. (Zaten pek az yazıt tam anlamıyla okunabilmektedir.)
Hititler hakkında en detaylı bilgileri Asur Ticaret Kolonilerinin yazıtlarından ulaşılabilir. Onlara göre Hititler Kafkasya taraflarından Anadolu'ya göç etmişlerdir. Hititler kendilerine NESİLİLER der.
Hititler'in en ilginç tarafı içinde bulunduğu toplumun tüm adetlerini sonuna kadar kabul etmesi ve o topluluk içinde erimesidir. Onlardan önce Anadolu'da yaşayan Hattililer'in tüm adetlerini o kadar çok benimsemişlerdir ki
bu iki topluluktan kalan yazılar ve eserler birbirine karıştırılmaktadır. Hatta çok yakın zamanlara kadar bu iki topluluğun birbirinin aynı olduğu kabul edilmişti. Ama en son yapılan araştırmalarda bunun böyle olmadığı, iki toplumun birbirinden farklı olduğu yönünde ki görüşler netleşmeye başladı.
Öyleyse bu kadar benzerlik nereden gelmektedir.
Bunun 2 sebebi olabilir. 1. Hititler Anadolu'ya geldiklerinde çok güçlü bir topluluk olan Hattililerle savaşmaktan çekinmişler ve koşulsuz olarak biat etmişlerdir. Bu nedenle tamamen asimile olmuşlardır.
2. Hititler Anadolu'ya geldiklerinde kendi akrabalarını görmüşler ve zaten var olan gelenek ve adetlerine devam etmişlerdir.
İlki akla yatkın gelebilir ancak bu tezdeki sorun bu kadar cesaretsiz bir şekilde biat eden bir toplumun bu denli büyük bir uygarlık kurması çok zordur. Çünkü ezik ve silik bir topluluk o dönemin koşulları da düşünüldüğünde köle olmaya mahkumdur. Ayrıca Hititler Anadolu'ya geldiklerinde daha ileri düzeyde bir çağ yaşamaktaydılar. Demiri işleyebiliyorlardı. Bu nedenle diğer topluluklara göre nisbi olarak çok daha güçlüydüler.
2. Tez bu koşullara göre daha makul gelmektedir. Ancak konuşulan diller birbirinden farklı olması akıllarda soru işareti getiriyor.
Fakat burada da başka bir soru işareti daha var. Bu iki topluluk arasında bu kadar benzerlik varken ve iki ayrı kültürün eserlerinin hangisine ait olduğunu bile henüz ayıramazken iki toplumun farklı diller konuştuğunu nereden bilebiliyoruz. Sanırım çok büyük bir hataya (Daha doğrusu yalana) tanık oluyoruz.
Hititler Anadolu'ya kafkaslardan gelmişlerdir. O dönemde orta asya'ya hakim olan BİR OYBİL konfederasyonuna bağlı bir kavimdir. Tıpkı çok daha öncelerden buralara gelen ve kültürleri birebir örtüşen HATTİLİLER gibi. Belkide buraya geliş sebepleri eski gücünü kaybeden ve diğer toplumların gelişimlerine ayak uyduramayan Hattililer'e yardım için bile gönderilmiş olabilirler.
Kavimler göçü sanıldığı gibi MS ki dönemlerde başlamamıştır. Bu göçler binlerce yıldan beri devam etmektedir. Hititlerin Anadolu'ya geldiği düşünülen dönemlerde Yunanistan ve Ege adalarına Dorlar gelmişlerdi. (Belki bir kaç yüzyıl fark olabilir.) Dorlarda tıpkı Hititliler gibi Hint -Avrupa kökenli ve kafkasya tarafından gelen denizci bir kavim. Aynı zamanda TÜRK olduğu kesin olan SAKALAR (İSKİTLER) de Hint-Avrupa kökenli bir millettir. Bu dönemlerde çok enteresandır Mayalar da tarih sahnesinde görülmeye başlanır (MÖ 2500) Bu dönemlerden kalma en önemli bulgu ise MÖ2500-3000 li yılları anlatan GILGAMIŞ destanıdır. Destana göre bu dönemde çok büyük bir tufan olmuş ve bu tufandan sadece UTNAPİŞTİM (Hz NUH) kurtulmuştur.
Konu hakkında çok fazla tez vardır. Bunlar daha sonra ele alınabilirler. Hititlere gelince, şu bir gerçek ki Hititler Anadolu'ya geldiklerinde Demir çağını yaşıyorlardı. Oysa Anadolu'da bulunan kavimler halen Tunç çağındaydılar. Tıpkı DORLAR gibi. Onlarda Yunanistan'a geldiklerinde buralardaki halklar Tunç çağındaydılar.
Hititler hakkında en detaylı bilgileri Asur Ticaret Kolonilerinin yazıtlarından ulaşılabilir. Onlara göre Hititler Kafkasya taraflarından Anadolu'ya göç etmişlerdir. Hititler kendilerine NESİLİLER der.
Hititler'in en ilginç tarafı içinde bulunduğu toplumun tüm adetlerini sonuna kadar kabul etmesi ve o topluluk içinde erimesidir. Onlardan önce Anadolu'da yaşayan Hattililer'in tüm adetlerini o kadar çok benimsemişlerdir ki
bu iki topluluktan kalan yazılar ve eserler birbirine karıştırılmaktadır. Hatta çok yakın zamanlara kadar bu iki topluluğun birbirinin aynı olduğu kabul edilmişti. Ama en son yapılan araştırmalarda bunun böyle olmadığı, iki toplumun birbirinden farklı olduğu yönünde ki görüşler netleşmeye başladı.
Öyleyse bu kadar benzerlik nereden gelmektedir.
Bunun 2 sebebi olabilir. 1. Hititler Anadolu'ya geldiklerinde çok güçlü bir topluluk olan Hattililerle savaşmaktan çekinmişler ve koşulsuz olarak biat etmişlerdir. Bu nedenle tamamen asimile olmuşlardır.
2. Hititler Anadolu'ya geldiklerinde kendi akrabalarını görmüşler ve zaten var olan gelenek ve adetlerine devam etmişlerdir.
İlki akla yatkın gelebilir ancak bu tezdeki sorun bu kadar cesaretsiz bir şekilde biat eden bir toplumun bu denli büyük bir uygarlık kurması çok zordur. Çünkü ezik ve silik bir topluluk o dönemin koşulları da düşünüldüğünde köle olmaya mahkumdur. Ayrıca Hititler Anadolu'ya geldiklerinde daha ileri düzeyde bir çağ yaşamaktaydılar. Demiri işleyebiliyorlardı. Bu nedenle diğer topluluklara göre nisbi olarak çok daha güçlüydüler.
2. Tez bu koşullara göre daha makul gelmektedir. Ancak konuşulan diller birbirinden farklı olması akıllarda soru işareti getiriyor.
Fakat burada da başka bir soru işareti daha var. Bu iki topluluk arasında bu kadar benzerlik varken ve iki ayrı kültürün eserlerinin hangisine ait olduğunu bile henüz ayıramazken iki toplumun farklı diller konuştuğunu nereden bilebiliyoruz. Sanırım çok büyük bir hataya (Daha doğrusu yalana) tanık oluyoruz.
Hititler Anadolu'ya kafkaslardan gelmişlerdir. O dönemde orta asya'ya hakim olan BİR OYBİL konfederasyonuna bağlı bir kavimdir. Tıpkı çok daha öncelerden buralara gelen ve kültürleri birebir örtüşen HATTİLİLER gibi. Belkide buraya geliş sebepleri eski gücünü kaybeden ve diğer toplumların gelişimlerine ayak uyduramayan Hattililer'e yardım için bile gönderilmiş olabilirler.
Kavimler göçü sanıldığı gibi MS ki dönemlerde başlamamıştır. Bu göçler binlerce yıldan beri devam etmektedir. Hititlerin Anadolu'ya geldiği düşünülen dönemlerde Yunanistan ve Ege adalarına Dorlar gelmişlerdi. (Belki bir kaç yüzyıl fark olabilir.) Dorlarda tıpkı Hititliler gibi Hint -Avrupa kökenli ve kafkasya tarafından gelen denizci bir kavim. Aynı zamanda TÜRK olduğu kesin olan SAKALAR (İSKİTLER) de Hint-Avrupa kökenli bir millettir. Bu dönemlerde çok enteresandır Mayalar da tarih sahnesinde görülmeye başlanır (MÖ 2500) Bu dönemlerden kalma en önemli bulgu ise MÖ2500-3000 li yılları anlatan GILGAMIŞ destanıdır. Destana göre bu dönemde çok büyük bir tufan olmuş ve bu tufandan sadece UTNAPİŞTİM (Hz NUH) kurtulmuştur.
Konu hakkında çok fazla tez vardır. Bunlar daha sonra ele alınabilirler. Hititlere gelince, şu bir gerçek ki Hititler Anadolu'ya geldiklerinde Demir çağını yaşıyorlardı. Oysa Anadolu'da bulunan kavimler halen Tunç çağındaydılar. Tıpkı DORLAR gibi. Onlarda Yunanistan'a geldiklerinde buralardaki halklar Tunç çağındaydılar.
22 Ağustos 2011 Pazartesi
KONAN (CONAN)
Robert Ervin Howard tarafından kaleme alınan roman kahramanı. Pek çoğunuz okumuş yada filmlerini seyretmişsinizdir. Kılıç ve büyü şeklinde yazılan ve böyle bir akım başlatan bir kült olmuştur. Romanda KONAN çok büyük bir savaşçıdır ve göçebe bir hayat tarzı benimsemiştir.
Yazarın bu fantastik öyküsünün altında çok detaylı bir araştırma da yatmaktadır. Konan romanları dünya ya yayılmadan önce neredeyse kimse KİMMERYA diye bir yerden ve tarihten habersizken, bu romanlarla birlikte merak içinde böyle bir devletin olabileceği araştırmaları yapılmıştır. Bulunan arkeolojik kalıntılarda gerçekten roman ile paralellik gösteren bir takım kanıtlara rastlanmıştır. Romanda tarif edilen kahraman, siyah ve gür saçlı, elinde kılıcı ile tam bir TÜRK karakteridir.
Bazı görüşlere göre, Yazar Romanını yazarken CENGİZ HAN'dan esinlenmiştir.
Romanda başlangıçta söylenen şiir (Yazarın 30 yıllık bir ömrü olmuş ve bu süre içinde tahminen 700 ün üzerinde şiir yazmıştır.) çok düşündürücüdür.
Şunu bilin ki Prensim, Kabaran okyanusların Atlantis’i ve onun görkemli kentlerini yutmasından hemen sonra, Dünya’da o güne kadar görülmemiş bir çağ başlamıştı. Aryas’ın oğullarının doğduğu bu çağda, Dünya üzerindeki imparatorluklar ve uygarlıklar, gökteki yıldızların mavi pırıltıları kadar dağınık fakat belirgindi. İşte bu sıralarda Kimmeryalı Conan geldi. Çelik bilekli elinden kılıcını hiç bırakmayan bu kara saçlı, şahin gözlü yiğit, tüm imparatorlukları sandallı ayağının altında çiğnemek istiyordu.
Burada anlatılan Atlantisin yok oluşu ve Atlantisin görkemli şehirleri Bu kayıp kıta için söylenen tezler ile birebir örtüşmektedir. Ayrıca 7 kök soy ve başka bazı tarih tezlerinde de karşımıza çıkan ATLANTİS'İN BATIŞINDAN SONRA YENİ BİR ÇAĞ (5. KÖK SOY) BAŞLAR. Tezini de bir mısra da anlatmaktadır.
Romana göre Konan kadınlardan hoşlanan bir karakterdir. En yakın arkadaşı (Sevgilisi değil arkadaşı, çünkü sevgilisi BELİT'tir) Kızıl Sonya bir Amazondur.
Şimdi Romanı bırakıp tarih sahnesine bakacak olursak; Kimmerler ilk önceleri Karadeniz'in kuzey kıyılarında yaşayan bir halktırlar. Bugünkü KIRIM bölgesinde ve bu bölgeye verilen ad onlardan kalmadır. İlk tarih sahnesine çıkışları M.Ö. 15. yüzyıl civarıdır. Yıllar içerisinde güçlenen İskitler bu kavmi zorlamaya başlarlar. At binmekte ve atları savaş için kullanmakta İskitler kadar iyi olamadıklarından ve ordularının hepsi piyadelerden oluşmasından dolayı güçlü süvari birliklerine sahip İskitler karşısında bozguna uğrayarak anayurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Göç yolları genellikle Karadeniz kıyıları olarak devam etmiştir. Bu göç tarihleri muhtemelen M.Ö 800 lü yıllardır. Savaş kabiliyetleri çok büyük olan Kimmerler O dönem Anadolu da bulunan tüm devletleri ve onların İttifak güçlerini sıra ile yerle bir etmişlerdir. Edremit (Altınoluk) kıyılarına kadar ilerlemişler ve Lidya ve Asur ortak güçleri ile savaşarak Orta Anadolu'ya yönelmişlerdir. Girdikleri savaşların pek çoğunu kazanmışlar, yenildikleri savaşlardan hemen sonra ise ordularını yeniden toparlayıp intikamlarını almışlardır.
Kimmerlerde siyasi yönetim biçimi neredeyse yoktur. Aslında başta bir kral vardır ama bu kral askerler tarafından belli kriterlere göre seçilmektedir. En iyi savaşan, en cesur olan ve savaşta en çok yarar gösteren askeri kral (Daha doğrusu lider) olarak seçiyorlardı. Kimmerlerin en büyük önderleri DUGDAMME sıradan bir askerken, çok görkemli bir önder olarak seçilmiştir ve çok büyük zaferler kazanmışlardır. Ancak devamlı ve güçlü bir yönetim biçimleri olmadığından ve Dugdamme'nin bir savaş esnasında ölmesinden sonra olması gereken bir çöküş yaşadılar. Dugdamme nin ölümü ile yıllardır savaştıkları Lidyalılar, Frigler ve Asurlular tarafından tarih sahnesinden silindiler. Geride kalan Kimmerler ya Bugünkü Altınoluk bölgesinde kaldılar, ya da Doğuya gittiler. Geri de Kimmerler adına pek bir şey kalmadı.
Kimmerlerin kim olduğu konusunda pek çok fikir vardır. Bunların en kabul göreni Kimmerlerin Anadolu'dan kaçmasından sonra Bulgaristan bölgesine gitmeleri ve şimdiki Bulgar neslinin Atası olduğudur. Bazı Tarihçiler Kimmerleri Türk olarak söyler. Bazıları da İranlıların Atası kabul ederler.
Yorum size kalmış. Ama bir KONAN efsanesi vardır. Ve bu efsane gerçek tarihle neredeyse birebir örtüşmektedir.
.
.
.
Yazarın bu fantastik öyküsünün altında çok detaylı bir araştırma da yatmaktadır. Konan romanları dünya ya yayılmadan önce neredeyse kimse KİMMERYA diye bir yerden ve tarihten habersizken, bu romanlarla birlikte merak içinde böyle bir devletin olabileceği araştırmaları yapılmıştır. Bulunan arkeolojik kalıntılarda gerçekten roman ile paralellik gösteren bir takım kanıtlara rastlanmıştır. Romanda tarif edilen kahraman, siyah ve gür saçlı, elinde kılıcı ile tam bir TÜRK karakteridir.
Bazı görüşlere göre, Yazar Romanını yazarken CENGİZ HAN'dan esinlenmiştir.
Romanda başlangıçta söylenen şiir (Yazarın 30 yıllık bir ömrü olmuş ve bu süre içinde tahminen 700 ün üzerinde şiir yazmıştır.) çok düşündürücüdür.
Burada anlatılan Atlantisin yok oluşu ve Atlantisin görkemli şehirleri Bu kayıp kıta için söylenen tezler ile birebir örtüşmektedir. Ayrıca 7 kök soy ve başka bazı tarih tezlerinde de karşımıza çıkan ATLANTİS'İN BATIŞINDAN SONRA YENİ BİR ÇAĞ (5. KÖK SOY) BAŞLAR. Tezini de bir mısra da anlatmaktadır.
Romana göre Konan kadınlardan hoşlanan bir karakterdir. En yakın arkadaşı (Sevgilisi değil arkadaşı, çünkü sevgilisi BELİT'tir) Kızıl Sonya bir Amazondur.
Şimdi Romanı bırakıp tarih sahnesine bakacak olursak; Kimmerler ilk önceleri Karadeniz'in kuzey kıyılarında yaşayan bir halktırlar. Bugünkü KIRIM bölgesinde ve bu bölgeye verilen ad onlardan kalmadır. İlk tarih sahnesine çıkışları M.Ö. 15. yüzyıl civarıdır. Yıllar içerisinde güçlenen İskitler bu kavmi zorlamaya başlarlar. At binmekte ve atları savaş için kullanmakta İskitler kadar iyi olamadıklarından ve ordularının hepsi piyadelerden oluşmasından dolayı güçlü süvari birliklerine sahip İskitler karşısında bozguna uğrayarak anayurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Göç yolları genellikle Karadeniz kıyıları olarak devam etmiştir. Bu göç tarihleri muhtemelen M.Ö 800 lü yıllardır. Savaş kabiliyetleri çok büyük olan Kimmerler O dönem Anadolu da bulunan tüm devletleri ve onların İttifak güçlerini sıra ile yerle bir etmişlerdir. Edremit (Altınoluk) kıyılarına kadar ilerlemişler ve Lidya ve Asur ortak güçleri ile savaşarak Orta Anadolu'ya yönelmişlerdir. Girdikleri savaşların pek çoğunu kazanmışlar, yenildikleri savaşlardan hemen sonra ise ordularını yeniden toparlayıp intikamlarını almışlardır.
Kimmerlerde siyasi yönetim biçimi neredeyse yoktur. Aslında başta bir kral vardır ama bu kral askerler tarafından belli kriterlere göre seçilmektedir. En iyi savaşan, en cesur olan ve savaşta en çok yarar gösteren askeri kral (Daha doğrusu lider) olarak seçiyorlardı. Kimmerlerin en büyük önderleri DUGDAMME sıradan bir askerken, çok görkemli bir önder olarak seçilmiştir ve çok büyük zaferler kazanmışlardır. Ancak devamlı ve güçlü bir yönetim biçimleri olmadığından ve Dugdamme'nin bir savaş esnasında ölmesinden sonra olması gereken bir çöküş yaşadılar. Dugdamme nin ölümü ile yıllardır savaştıkları Lidyalılar, Frigler ve Asurlular tarafından tarih sahnesinden silindiler. Geride kalan Kimmerler ya Bugünkü Altınoluk bölgesinde kaldılar, ya da Doğuya gittiler. Geri de Kimmerler adına pek bir şey kalmadı.
Kimmerlerin kim olduğu konusunda pek çok fikir vardır. Bunların en kabul göreni Kimmerlerin Anadolu'dan kaçmasından sonra Bulgaristan bölgesine gitmeleri ve şimdiki Bulgar neslinin Atası olduğudur. Bazı Tarihçiler Kimmerleri Türk olarak söyler. Bazıları da İranlıların Atası kabul ederler.
Yorum size kalmış. Ama bir KONAN efsanesi vardır. Ve bu efsane gerçek tarihle neredeyse birebir örtüşmektedir.
.
.
.
18 Ağustos 2011 Perşembe
TRUVALILARA NE OLDU?
Dünyanın belkide en ilgi çekici savaşlarından biridir Truva Savaşı. Belki kocaman tahta at sayesinde, belkide ilk defa bir birlik olabilen Yunan kabileleri sayesinde, belki de Ölümsüz bir aşk uğruna yapılmasından dolayı. Bazılarına göre Akhilleus (aşil) sayesinde çok meşhur olduğunu düşünür. Bütün bunlar, 3000 yıldan daha eski bir savaşın bu kadar popüler olmasını sağlamaktadır.
Bu savaşla ilgili pek çok bilgi bulunmaktadır. Kimisi doğru, kimisi çekilmiş bir sinema filminden alıntı şeklindedir. Bunların hangisinin doğru hangilerinin yanlış olduğunu bilmeye şu an için imkan yoktur. Fakat tüm kaynaklar bize Truvalıların, yenilginden sonra ülkeden kaçtıklarını ifade etmektedirler.
Bu savaş ile ilgili herşeyi merak ederken bir şeyi atlıyor gibiyiz. Truvalılara ne oldu. Kaçan Truvalılar nereye yerleştiler.
Truvalılar hakkında çok detaylı bilgiler yok ancak anlaşıldığı üzere savaşmak ve inşaat ve gemicilikte hayli ilerlemiş bir millettiler. Gemiciliklerinin iyi olduğunu gösterir en önemli bulgu, Helen'in bir gemi ile kaçırılmış olması ve Yunanlıların onların peşinden gitse de yetişememiş olmalarından anlayabiliyoruz.
İnşaat konusunda iyi olmaları ise 10 yıl süren savaşta bile Yunanlıların kale duvarlarını aşamadıklarını ve bunun üzerine O Efsane atı yaptıklarından biliyoruz. İyi savaşçı olmaları zaten ortada. Ancak yapılan kazılarda Truvanın olduğu yerlerde çok daha önceleri Hititlerin yaşadığını gösterir mühür ve bulgulara rastlanmıştır. Bu da demek oluyor ki Truvalılar ya Hititlilerden bu toprakları almışlar. Ya da Hititlerin bir uç beyliği olarak kurulmuş ve daha sonra bağımsızlığını ilan etmiş olabilirler. Tıpkı Türk göreneklerinde olduğu gibi. (Uç beylik kavramı sadece TÜRK topluluklarında var olan bir durumdur.) Yine efsanelerdeki bilgilere bakarsak, Truvalıların yardımına Kuzey Anadolu taraflarından Amazonların, güneyden Kral MEMNUN ve ordusunun da savaşa Truvalılar lehine katılması (Ki buraların tamamı o dönemlerde Hititlerin elindeydi) Truvalıların Hitit uç beyliği olduğunun göstergesidir. Bu da demek oluyor ki Truvalılar Hititlerin Soyundan gelmektedirler. Ve uç beylik kültürü de Türk soyuna özgü olmasından dolayı Hititlilerin ve Truvalıların Türk olduğu iddialarını güçlendirmektedir.
Soy kütüğüne şimdilik ara verelim. Şimdi Truvalıların nereye gittiklerini inceleyelim.
Savaştan sonra kaçılabilecek en uygun yer olan Kuzey Anadolu taraflarına gidiyorlar. Birincisi oralar Yenildikleri Yunanlardan daha uzak bölgeler. İkincisi orada en büyük müttefikleri olan Amazonlar bulunmakta. Buraya kadar giden ve kendilerinin güvenliğini sağlayan Truvalılar muhtemelen buraya yerleşememişlerdir. Amazonda erkek olamayacağından yeteri kadar güçlendikten sonra daha doğulara gitmişler ve oraları kendilerine yurt bilmişlerdir. (Denizci bir kavim olduklarından muhtemelen Karadeniz kıyılarını takip etmişlerdir.) Ancak Karadenizin doğusunda çok daha güçlü bir millet onların oraya yerleşmesine müsade etmeyecektir. (İskitler ya da Sakalar) Sakalarla savaşamayacak kadar güçsüz olan Truvalılar başka bir yerlere gitmeye mecbur kaldılar. Doğuya gidemezlerdi. Çünkü orta Asya çölleşmiş durumdaydı. Batıdan geldiklerinden orası da bir tercih olamazdı. Güney de ise halen Mısırlılar ve Hititlerin üstün hakimiyetleri ve yeni yeni boy gösteren Acemler vardı. Bunların hepsi de güçlü devletlerdi. Gidilecek tek yer kaldı. Kuzey.
Kuzeye giderek herhangi bir devletin himayesine girmeden kendi devletlerini kurabilecekleri uygun bir deniz kıyısı aradılar. Şimdiki İskandinav bölgesinde tam da istedikleri gibi topraklar ve denizi buldular. (Muhtemelen böyle bir yerin varlığını daha öncelerden biliyorlardı.) Çok uzun süren göç dönemi boyunca kendilerini düşmanlardan, hava koşullarından ve vahşi hayvanlardan korumaları gerekiyordu. Bu nedenle kıyafetlerinde köklü değişiklikler yaptılar. Özellikle Vahşi hayvanlardan korunabilmek için yırtıcı bir kurt yada bir köpek görünümlü başlıklar yaptılar. Kalın ve tüylü kürkler giydiler. Daha sonra yerleşecekleri yere geldiklerinde kıyafetlerini değiştirmediler. Zira hava soğuktu. Ve onları gören diğer kabileler saygı duyuyorlardı. Onların kutsal bir köpekten türediklerine inanıyorlardı.
Şimdi filmlere ve destanlara konu olan Vikingler olarak Tarihteki yerlerini almışlardır.
Oğuz Han destanında kendilerinden İT- BARAKLAR diye bahsedilir ve bu kavime özel bir saygı duyarlar. Onları güçlü ve iyi savaşan bir toplum olarak görür ve aynı zamanda Soylu ve kutsal bir köpeğin soyundan geldiğine inanırlar.
Şimdiye kadar anlatılan bilgiler doğrulu kanıtlanmış bilgiler değildir. Ancak aksini ispat etmek imkansızdır. Lakin Viking milleti bir anda gökten zembille inmiş muamelesi yapamayız. Ayrıca yaşayış ve inanış biçimlerine bakarak onların gerçekten Türk adet ve inançlarına sahip olduklarını görebiliriz.
Truva savaşı Truvalılarla Spartalıların arasında yapılmış bir savaş değildir. Muhtemelen Bir araya gelen Yunan ordusunda hiç bir Spartalı da yoktur. Çünkü Sparta adetlerinde Kadınlara tanınan haklar gerçekten çok fazla ve kadınların tam bir özgürlük anlayışı vardır. Bu özgürlüğün içinde kocalarını seçmek de dahildir. Dolayısıyla Helen Kocasını Paris olarak seçtiyse diğer Spartalılar buna tamamen saygı duymaları gerekir.
Bu savaşla ilgili pek çok bilgi bulunmaktadır. Kimisi doğru, kimisi çekilmiş bir sinema filminden alıntı şeklindedir. Bunların hangisinin doğru hangilerinin yanlış olduğunu bilmeye şu an için imkan yoktur. Fakat tüm kaynaklar bize Truvalıların, yenilginden sonra ülkeden kaçtıklarını ifade etmektedirler.
Bu savaş ile ilgili herşeyi merak ederken bir şeyi atlıyor gibiyiz. Truvalılara ne oldu. Kaçan Truvalılar nereye yerleştiler.
Truvalılar hakkında çok detaylı bilgiler yok ancak anlaşıldığı üzere savaşmak ve inşaat ve gemicilikte hayli ilerlemiş bir millettiler. Gemiciliklerinin iyi olduğunu gösterir en önemli bulgu, Helen'in bir gemi ile kaçırılmış olması ve Yunanlıların onların peşinden gitse de yetişememiş olmalarından anlayabiliyoruz.
İnşaat konusunda iyi olmaları ise 10 yıl süren savaşta bile Yunanlıların kale duvarlarını aşamadıklarını ve bunun üzerine O Efsane atı yaptıklarından biliyoruz. İyi savaşçı olmaları zaten ortada. Ancak yapılan kazılarda Truvanın olduğu yerlerde çok daha önceleri Hititlerin yaşadığını gösterir mühür ve bulgulara rastlanmıştır. Bu da demek oluyor ki Truvalılar ya Hititlilerden bu toprakları almışlar. Ya da Hititlerin bir uç beyliği olarak kurulmuş ve daha sonra bağımsızlığını ilan etmiş olabilirler. Tıpkı Türk göreneklerinde olduğu gibi. (Uç beylik kavramı sadece TÜRK topluluklarında var olan bir durumdur.) Yine efsanelerdeki bilgilere bakarsak, Truvalıların yardımına Kuzey Anadolu taraflarından Amazonların, güneyden Kral MEMNUN ve ordusunun da savaşa Truvalılar lehine katılması (Ki buraların tamamı o dönemlerde Hititlerin elindeydi) Truvalıların Hitit uç beyliği olduğunun göstergesidir. Bu da demek oluyor ki Truvalılar Hititlerin Soyundan gelmektedirler. Ve uç beylik kültürü de Türk soyuna özgü olmasından dolayı Hititlilerin ve Truvalıların Türk olduğu iddialarını güçlendirmektedir.
Soy kütüğüne şimdilik ara verelim. Şimdi Truvalıların nereye gittiklerini inceleyelim.
Savaştan sonra kaçılabilecek en uygun yer olan Kuzey Anadolu taraflarına gidiyorlar. Birincisi oralar Yenildikleri Yunanlardan daha uzak bölgeler. İkincisi orada en büyük müttefikleri olan Amazonlar bulunmakta. Buraya kadar giden ve kendilerinin güvenliğini sağlayan Truvalılar muhtemelen buraya yerleşememişlerdir. Amazonda erkek olamayacağından yeteri kadar güçlendikten sonra daha doğulara gitmişler ve oraları kendilerine yurt bilmişlerdir. (Denizci bir kavim olduklarından muhtemelen Karadeniz kıyılarını takip etmişlerdir.) Ancak Karadenizin doğusunda çok daha güçlü bir millet onların oraya yerleşmesine müsade etmeyecektir. (İskitler ya da Sakalar) Sakalarla savaşamayacak kadar güçsüz olan Truvalılar başka bir yerlere gitmeye mecbur kaldılar. Doğuya gidemezlerdi. Çünkü orta Asya çölleşmiş durumdaydı. Batıdan geldiklerinden orası da bir tercih olamazdı. Güney de ise halen Mısırlılar ve Hititlerin üstün hakimiyetleri ve yeni yeni boy gösteren Acemler vardı. Bunların hepsi de güçlü devletlerdi. Gidilecek tek yer kaldı. Kuzey.
Kuzeye giderek herhangi bir devletin himayesine girmeden kendi devletlerini kurabilecekleri uygun bir deniz kıyısı aradılar. Şimdiki İskandinav bölgesinde tam da istedikleri gibi topraklar ve denizi buldular. (Muhtemelen böyle bir yerin varlığını daha öncelerden biliyorlardı.) Çok uzun süren göç dönemi boyunca kendilerini düşmanlardan, hava koşullarından ve vahşi hayvanlardan korumaları gerekiyordu. Bu nedenle kıyafetlerinde köklü değişiklikler yaptılar. Özellikle Vahşi hayvanlardan korunabilmek için yırtıcı bir kurt yada bir köpek görünümlü başlıklar yaptılar. Kalın ve tüylü kürkler giydiler. Daha sonra yerleşecekleri yere geldiklerinde kıyafetlerini değiştirmediler. Zira hava soğuktu. Ve onları gören diğer kabileler saygı duyuyorlardı. Onların kutsal bir köpekten türediklerine inanıyorlardı.
Şimdi filmlere ve destanlara konu olan Vikingler olarak Tarihteki yerlerini almışlardır.
Oğuz Han destanında kendilerinden İT- BARAKLAR diye bahsedilir ve bu kavime özel bir saygı duyarlar. Onları güçlü ve iyi savaşan bir toplum olarak görür ve aynı zamanda Soylu ve kutsal bir köpeğin soyundan geldiğine inanırlar.
Şimdiye kadar anlatılan bilgiler doğrulu kanıtlanmış bilgiler değildir. Ancak aksini ispat etmek imkansızdır. Lakin Viking milleti bir anda gökten zembille inmiş muamelesi yapamayız. Ayrıca yaşayış ve inanış biçimlerine bakarak onların gerçekten Türk adet ve inançlarına sahip olduklarını görebiliriz.
Truva savaşı Truvalılarla Spartalıların arasında yapılmış bir savaş değildir. Muhtemelen Bir araya gelen Yunan ordusunda hiç bir Spartalı da yoktur. Çünkü Sparta adetlerinde Kadınlara tanınan haklar gerçekten çok fazla ve kadınların tam bir özgürlük anlayışı vardır. Bu özgürlüğün içinde kocalarını seçmek de dahildir. Dolayısıyla Helen Kocasını Paris olarak seçtiyse diğer Spartalılar buna tamamen saygı duymaları gerekir.
7 Temmuz 2011 Perşembe
lastik ve sünger kalınlıkları
Bir arkadaşımın uyarısı üzerine bu yazıyı yazma gereği duydum. Lakin bunu yazmayı unutmuştum.
Lastik ve Sünger kalınlıkları....
Bir rakette bulunan lastik ve süngerlerin toplam kalınlığı federasyonun onayladığı şekli ile en fazla 4 mm olabilir. Bu da demek oluyor ki, ne yaparsanız yapın belli bir kalınlığın üzerine çıkamazsınız.
Peki ama sünger ve lastik kalınlıkları rakete nasıl bir karakter kazandırır?
İnsanlar neden kalın veya ince lastik tercih ederler?
Profesyonel oyunucular tahtayı ve lastikleri ayrı ayrı alıp yapıştırmak süretiyle kendilerine kombine bir raket yaparlar.
Daha da profesyoneller (belki de daha da abartanlar demek gerek) Tahtayı, lastiği ve lastiğin altındaki sünger kısmını ayrı ayrı alıp yapıştırırlar. Ancak bu işlem gerçekten zordur ve yapıştırıcının yayılması, düzgün yapıştırmak, hava kabarcığı bırakmamak gibi büyük sıkıntılar yaşanabilir. Eğer çok iyi değilseniz ya da kendinize çok güvenmiyorsanız tavsiye etmem.
Gelelim lastik kalınlıklarına; Lastik kalınlığı ne kadar çok olursa raketin hızı o kadar yüksek olacaktır. Ama bu sporda değişmeyen kural yine işbaşında, hızı artırdıkça kontrolü azaltmak zorunda kalırsınız. Kalınlık artarsa kontrol azalır. Lastik kalınlığının fazla olması vuruş anında topu hissetmenizi zorlaştırır.
Eskiden süngerleri kalınlaştırmak ve yumuşatmak için uzun uzun solüsyonlar sürülürdü. Solüsyonlanan sünger şişerek kalınlaşır, uzar ve yumuşar. Dolayısıyla uzayan ve büyüyen sünger lastiğin üzerindeki gerilimi artırarak spini ve hızı artırır. Şişerek kalınlaşan lastikte hızı artırır. Aynı zamanda yumuşayan lastik kontrol konusunda da iyi bir performans verirdi. Bu nedenle geçiş dönemi pek çok sporcu için sancılı olmuştur.
Kalın sünger yeterince yumuşak ise kontrol biraz daha kolay olabilir. Ancak hem kalın hem de sert ise kontrol çok zordur.
Eğer lastik kalınsa ve sünger ince ise kontrol çok daha zorlaşır ve top lastiğin kalın katmanından geçemediğinden spin ve falso konusunda da başarılı olmayabilir. Ancak sert ve kalın lastik kısmı yüzünden çok fazla bir hız kazanır.
Tam tersi olduğunda yani lastik ince, sünger kalın olursa topun lastiğe kadar gömülebilmesi nedeniyle spin ve falsolar başarılı olur. Ancak kalın lastiğe göre hızı azalır.
Yeni başlayanlar için yumuşak ve ince sünger (1,8 yada 1,9) daha uygun olacaktır. Hızı artırmak gerçekten kolaydır. Ancak kontrolü artırmak daha zordur. Bu nedenle önce kontrol konusuna ağırlık verilmesini öneririm. Oynadıkça eliniz düzgünleşir. Hızlı oynamaya başladıkça raketi hızlandırmayı düşünmeyin. Bu en çok karşılaşılan hatadır. Yeni başlayan birisi bir iki maç kazandıktan sonra gözünü karbon tahtalar, sert ve kalın lastiklere diker. En kısa zamanda bunlardan bir raket yapar. İlk bir kaç oynamasında "ya arkadaş bu süper bişeymiş ya, ben buna neden daha önce geçemdim" der.
1 ay kadar sonra daha önceden yenebildiği kişileri artık yenemediğini görür. İşte sonuç.
Eğer raketinize alıştıktan sonra hızınızı artırsanız biraz daha bekleyin. Artık bir süre sonra attığınız şutlar, spinler filede kalmaya başlarsa raketinizi yükseltebilirsiniz.
Bu sadece benim tavsiyem, pek çok profesyonel sporcu bana katılacaktır. Belki de katılmayacaktır. Ama sonuçta herkesin hem fikir olduğu belki de tek nokta. En iyi ekipman kişinin kendisidir...
İyi oyunlar....
Lastik ve Sünger kalınlıkları....
Bir rakette bulunan lastik ve süngerlerin toplam kalınlığı federasyonun onayladığı şekli ile en fazla 4 mm olabilir. Bu da demek oluyor ki, ne yaparsanız yapın belli bir kalınlığın üzerine çıkamazsınız.
Peki ama sünger ve lastik kalınlıkları rakete nasıl bir karakter kazandırır?
İnsanlar neden kalın veya ince lastik tercih ederler?
Profesyonel oyunucular tahtayı ve lastikleri ayrı ayrı alıp yapıştırmak süretiyle kendilerine kombine bir raket yaparlar.
Daha da profesyoneller (belki de daha da abartanlar demek gerek) Tahtayı, lastiği ve lastiğin altındaki sünger kısmını ayrı ayrı alıp yapıştırırlar. Ancak bu işlem gerçekten zordur ve yapıştırıcının yayılması, düzgün yapıştırmak, hava kabarcığı bırakmamak gibi büyük sıkıntılar yaşanabilir. Eğer çok iyi değilseniz ya da kendinize çok güvenmiyorsanız tavsiye etmem.
Gelelim lastik kalınlıklarına; Lastik kalınlığı ne kadar çok olursa raketin hızı o kadar yüksek olacaktır. Ama bu sporda değişmeyen kural yine işbaşında, hızı artırdıkça kontrolü azaltmak zorunda kalırsınız. Kalınlık artarsa kontrol azalır. Lastik kalınlığının fazla olması vuruş anında topu hissetmenizi zorlaştırır.
Eskiden süngerleri kalınlaştırmak ve yumuşatmak için uzun uzun solüsyonlar sürülürdü. Solüsyonlanan sünger şişerek kalınlaşır, uzar ve yumuşar. Dolayısıyla uzayan ve büyüyen sünger lastiğin üzerindeki gerilimi artırarak spini ve hızı artırır. Şişerek kalınlaşan lastikte hızı artırır. Aynı zamanda yumuşayan lastik kontrol konusunda da iyi bir performans verirdi. Bu nedenle geçiş dönemi pek çok sporcu için sancılı olmuştur.
Kalın sünger yeterince yumuşak ise kontrol biraz daha kolay olabilir. Ancak hem kalın hem de sert ise kontrol çok zordur.
Eğer lastik kalınsa ve sünger ince ise kontrol çok daha zorlaşır ve top lastiğin kalın katmanından geçemediğinden spin ve falso konusunda da başarılı olmayabilir. Ancak sert ve kalın lastik kısmı yüzünden çok fazla bir hız kazanır.
Tam tersi olduğunda yani lastik ince, sünger kalın olursa topun lastiğe kadar gömülebilmesi nedeniyle spin ve falsolar başarılı olur. Ancak kalın lastiğe göre hızı azalır.
Yeni başlayanlar için yumuşak ve ince sünger (1,8 yada 1,9) daha uygun olacaktır. Hızı artırmak gerçekten kolaydır. Ancak kontrolü artırmak daha zordur. Bu nedenle önce kontrol konusuna ağırlık verilmesini öneririm. Oynadıkça eliniz düzgünleşir. Hızlı oynamaya başladıkça raketi hızlandırmayı düşünmeyin. Bu en çok karşılaşılan hatadır. Yeni başlayan birisi bir iki maç kazandıktan sonra gözünü karbon tahtalar, sert ve kalın lastiklere diker. En kısa zamanda bunlardan bir raket yapar. İlk bir kaç oynamasında "ya arkadaş bu süper bişeymiş ya, ben buna neden daha önce geçemdim" der.
1 ay kadar sonra daha önceden yenebildiği kişileri artık yenemediğini görür. İşte sonuç.
Eğer raketinize alıştıktan sonra hızınızı artırsanız biraz daha bekleyin. Artık bir süre sonra attığınız şutlar, spinler filede kalmaya başlarsa raketinizi yükseltebilirsiniz.
Bu sadece benim tavsiyem, pek çok profesyonel sporcu bana katılacaktır. Belki de katılmayacaktır. Ama sonuçta herkesin hem fikir olduğu belki de tek nokta. En iyi ekipman kişinin kendisidir...
İyi oyunlar....
10 Ağustos 2010 Salı
Masa Tenisi Ekipman Markaları
Masa tenisi sporunda da her sporda olduğu gibi ekipmanların üretimi ve pazarlamasını yapan firmalar bulunmakta ve farklı alternatifler sunmaktadırlar.
Ama bu sporun markaları diğerlerine göre daha şanslılar. Çünkü eğer futbol oynuyorsanız bir krampon ve bir futbol topu size yetecektir. Ancak masa tenisine gönül verdiyseniz iş biraz karışabilir. Profesyonel bir oyuncu lastiklerini 3 ila 6 ay arasında değiştirir. Yani yılda en azında 2 çift lastik almak zorundadır. Daha az profesyoneller ise her maç kaybettiklerinde suçu ekipmanına atarak ekipmanalarını değiştirmek fikrine kapılabilir. Ya da benim gibi her ekipmanı denemek arzusuyla yanıp tutuşabilir. Bazı insanları evlerinde 10 larca raket bulunmaktadır. Kimisi koleksiyon boyutuna ulaşmıştır.
Gelelim markalara:
BUTTERLY: Bu marka dünyanın en çok tanınan markasıdır. Aynı zamanda en çok oyuncuya sponsor olan firmadır. Büyük marketlerde bile bu markanın hazır raketlerine rastlamanız çok doğaldır. Japon menşeili olan firmanın şu an için sponsor olduğu en önemli oyuncu Alman TİMO BOLL dur. Firmanın genel fiyat politikası biraz yüksekdir. Kalite açısından oldukça iyi ürünleri mevcuttur. Hem lastik Hem de tahtaları gayet güzel ve kalitelidir. Dezavantajı fiyatları ve ürün yelpazesinin çok geniş olması (karar vermek oldukça yorucu olabilir).
STİGA: Efsane markalardan birisidir. Özellikle eski tarihlerde piyasaya sattığı tahtaların kalitesi hiçbir otorite tarafından yadsınamayacak kadar iyidir. Markanın sponsor olduğu oyuncular çok azdır. Bu da reklamını ve bilinirliğini önemli ölçüde zedelemektedir. Stiganın tahtalarının, lastiklerine oranla daha iyi olduğu kabul edilir. Stiga İsveç markasıdır.
DHS: Dünyada en çok satan masa tenisi markasıdır. Dhs, Çin Milli takımının sponsorluğunuda yapmaktadır. Özellikle klasik çin lastiklerini almak istiyorsanız uygun fiyatla ve güvenilir bir markayla çalışmakta işin içindeyse bu marka size hitap edebilir. Ayrıca KİNG gibi bir tahtanın üreticisi olan bu marka WANG LİGİN imzalı bu tahtayı dünyanın en pahalı fiyatıyla piyasaya sunmaktadır.
729 FRİENSHİP: Bir çin markası daha, Bu markanın en büyük özelliği çok uygun olan fiyatları. Ucuz etin yahnisi olmaz diyenler için söylüyorum. Bu etin yahnisi de oluyor külbastısıda. Ama sizi uçurmasını da beklemeyin.
DONIC: Alman ürettim olan markanın özellikle lastikleri rakiplerini zorluyor. Tahtaları konusunda aynı şeyleri söylemek zor.
XIOM: Piyasaya yeni girmiş olan bu marka Stiganın eski mühendisleri ile çalışmaktadır ve inanılmaz kaliteli işçiliklerle üretim yapmaktadır. Piyasaya girer girmez kendine üst sıralarda yer bulmuş bir markadır. Dezavantjlı olduğu nokta ise fiyatı. Aslına bakarsanız işçilik kalitesi göz önüne alınırsa fiyatları çok da pahalı değil gibi. Üretim orjini Kore
NİTTAKU: Japon markalarınadan birisi. Özellikle MA LONG la olan sponsorluk anlaşması ile marka bilinirliği çok artmış olan üreticinin en bilinir ürünü Premimum toplarıdır. Bu topların kalitesi tüm otoritelerce kabul edilmiştir. Ayrıca Müzik aleti yapımında kullanılan teknolojilerle tahta üreten firma bu konuda geröekten çok iddalıdır. Ürettiği tahtaların hissini başaka hiçbir markanın veremeyeceğini söyleyen birçok kulanıcı bulunmaktadır.
Bunların dışında: AVALOX, STAG, DR NEUBAUER, ANDRO, TSP, YASAKA, TİBHAR, KOKUTAKU, JOOLA, KILLERSPİN, JUIC gibi bir çok firma bu spor branşında faaliyet göstermektedir. Ama asıl olan şu ki en iyi marka veya en iyi tahta gibi bir söylemde bulnumak kesinlikle yanlış oluacaktır. Lakin herkes için iyi olan farklıdır. Unutulmamalı ki 3 sene üstüste dünya şampiyonu olmuş olan LİGİN bile 30 tl lik lastiklerle şampiyon olmuştur. En iyi Ekipman kişinin kendisidir.
Ama bu sporun markaları diğerlerine göre daha şanslılar. Çünkü eğer futbol oynuyorsanız bir krampon ve bir futbol topu size yetecektir. Ancak masa tenisine gönül verdiyseniz iş biraz karışabilir. Profesyonel bir oyuncu lastiklerini 3 ila 6 ay arasında değiştirir. Yani yılda en azında 2 çift lastik almak zorundadır. Daha az profesyoneller ise her maç kaybettiklerinde suçu ekipmanına atarak ekipmanalarını değiştirmek fikrine kapılabilir. Ya da benim gibi her ekipmanı denemek arzusuyla yanıp tutuşabilir. Bazı insanları evlerinde 10 larca raket bulunmaktadır. Kimisi koleksiyon boyutuna ulaşmıştır.
Gelelim markalara:
BUTTERLY: Bu marka dünyanın en çok tanınan markasıdır. Aynı zamanda en çok oyuncuya sponsor olan firmadır. Büyük marketlerde bile bu markanın hazır raketlerine rastlamanız çok doğaldır. Japon menşeili olan firmanın şu an için sponsor olduğu en önemli oyuncu Alman TİMO BOLL dur. Firmanın genel fiyat politikası biraz yüksekdir. Kalite açısından oldukça iyi ürünleri mevcuttur. Hem lastik Hem de tahtaları gayet güzel ve kalitelidir. Dezavantajı fiyatları ve ürün yelpazesinin çok geniş olması (karar vermek oldukça yorucu olabilir).
STİGA: Efsane markalardan birisidir. Özellikle eski tarihlerde piyasaya sattığı tahtaların kalitesi hiçbir otorite tarafından yadsınamayacak kadar iyidir. Markanın sponsor olduğu oyuncular çok azdır. Bu da reklamını ve bilinirliğini önemli ölçüde zedelemektedir. Stiganın tahtalarının, lastiklerine oranla daha iyi olduğu kabul edilir. Stiga İsveç markasıdır.
DHS: Dünyada en çok satan masa tenisi markasıdır. Dhs, Çin Milli takımının sponsorluğunuda yapmaktadır. Özellikle klasik çin lastiklerini almak istiyorsanız uygun fiyatla ve güvenilir bir markayla çalışmakta işin içindeyse bu marka size hitap edebilir. Ayrıca KİNG gibi bir tahtanın üreticisi olan bu marka WANG LİGİN imzalı bu tahtayı dünyanın en pahalı fiyatıyla piyasaya sunmaktadır.
729 FRİENSHİP: Bir çin markası daha, Bu markanın en büyük özelliği çok uygun olan fiyatları. Ucuz etin yahnisi olmaz diyenler için söylüyorum. Bu etin yahnisi de oluyor külbastısıda. Ama sizi uçurmasını da beklemeyin.
DONIC: Alman ürettim olan markanın özellikle lastikleri rakiplerini zorluyor. Tahtaları konusunda aynı şeyleri söylemek zor.
XIOM: Piyasaya yeni girmiş olan bu marka Stiganın eski mühendisleri ile çalışmaktadır ve inanılmaz kaliteli işçiliklerle üretim yapmaktadır. Piyasaya girer girmez kendine üst sıralarda yer bulmuş bir markadır. Dezavantjlı olduğu nokta ise fiyatı. Aslına bakarsanız işçilik kalitesi göz önüne alınırsa fiyatları çok da pahalı değil gibi. Üretim orjini Kore
NİTTAKU: Japon markalarınadan birisi. Özellikle MA LONG la olan sponsorluk anlaşması ile marka bilinirliği çok artmış olan üreticinin en bilinir ürünü Premimum toplarıdır. Bu topların kalitesi tüm otoritelerce kabul edilmiştir. Ayrıca Müzik aleti yapımında kullanılan teknolojilerle tahta üreten firma bu konuda geröekten çok iddalıdır. Ürettiği tahtaların hissini başaka hiçbir markanın veremeyeceğini söyleyen birçok kulanıcı bulunmaktadır.
Bunların dışında: AVALOX, STAG, DR NEUBAUER, ANDRO, TSP, YASAKA, TİBHAR, KOKUTAKU, JOOLA, KILLERSPİN, JUIC gibi bir çok firma bu spor branşında faaliyet göstermektedir. Ama asıl olan şu ki en iyi marka veya en iyi tahta gibi bir söylemde bulnumak kesinlikle yanlış oluacaktır. Lakin herkes için iyi olan farklıdır. Unutulmamalı ki 3 sene üstüste dünya şampiyonu olmuş olan LİGİN bile 30 tl lik lastiklerle şampiyon olmuştur. En iyi Ekipman kişinin kendisidir.
MASA TENİSİ RAKETLERİNDE KULLANILAN YAPIŞTIRICILAR
Masa Tenisinde, lastikleri tahtaya yapıştırmak özen isteyen ve gayet önemli bir konudur. Bu iş için kullanılan özel yapıştırıcılar ve yapıştırma yöntemleri uygulanır. Eskiden SOLVENT içeren uçucu ve sağlığa zararlı olan bir yapıştırıcı kullanılırdı. Ama artık bu yapıştırıcının kullanımı yasaklandı. Resmi maçlara çıkmadan önce oyuncular raketlerini ENEZ adı verilen bir cihaza koyuyorlar ve bu cihaz raketteki kokuya göre onay veriyor veya vermiyor. Bundan ötürü tüm profesyonel oyuncular bu yapıştırıcıları kullanmaktan vazgeçtiler. Bazı oyuncular halen su bazlı ve kokusuz yapıştırıcılara laışamadıklarından performanslarında ciddi düşüşler yaşamaktalar.
Peki ama neydi bu yapışıtırıcıların özellikleri?
Bu yapıştırıcılar lastiğin arka tarafına (sünger kısmına) sürülerek bir müddet kuruduktan sonra tahtaya yapışıtırılırdı. Bu yapışıtırıcı solvent içerdiğinden uygulandığı yerde kurudukça şişme ve genişleme özelliği gösteren bir yapısı vardır. Bu da demek oluyor ki süngere tatbik edilen solvent süngerin içine işleyerek genişliyor, sünger şişmeye ve kalınlaşmaya başlıyor. Ayrıca genişleyen ve büyüyen sünger lastiğide gerginleştirmeye başlıyor. Süngerin şişmesiyle gerilen lastik balon etkisi gibi bir etkiyle daha hızlı ve sürtünmesi yüksek bir özellik kazanıyor.
Bu yapıştırıcılar yasaklanmadan önce tüm üretici firmalar oyuncular tarafından solüsyon olarak da anılan bu yapıştırıcılara uygun lastikler üretmekteydiler. Yasaklardan sonra lastik ve sünger yapılarında köklü değişikliklere yöneldiler. Bu yasaktan sonra su bazlı yapıştırıcılar kullanılmaya başlandı. Su bazlı yapıştırıcılar kesinlikle şişme ve ya genişleme gibi özellikler göstermezler. Böylece üreticiler Su bazlı yapıştırıcılara uygun geliştirdikleri lastikleri YENİ NESİL LASTİKLER diye satmaya başladılar.
Peki ama neydi bu yapışıtırıcıların özellikleri?
Bu yapıştırıcılar lastiğin arka tarafına (sünger kısmına) sürülerek bir müddet kuruduktan sonra tahtaya yapışıtırılırdı. Bu yapışıtırıcı solvent içerdiğinden uygulandığı yerde kurudukça şişme ve genişleme özelliği gösteren bir yapısı vardır. Bu da demek oluyor ki süngere tatbik edilen solvent süngerin içine işleyerek genişliyor, sünger şişmeye ve kalınlaşmaya başlıyor. Ayrıca genişleyen ve büyüyen sünger lastiğide gerginleştirmeye başlıyor. Süngerin şişmesiyle gerilen lastik balon etkisi gibi bir etkiyle daha hızlı ve sürtünmesi yüksek bir özellik kazanıyor.
Bu yapıştırıcılar yasaklanmadan önce tüm üretici firmalar oyuncular tarafından solüsyon olarak da anılan bu yapıştırıcılara uygun lastikler üretmekteydiler. Yasaklardan sonra lastik ve sünger yapılarında köklü değişikliklere yöneldiler. Bu yasaktan sonra su bazlı yapıştırıcılar kullanılmaya başlandı. Su bazlı yapıştırıcılar kesinlikle şişme ve ya genişleme gibi özellikler göstermezler. Böylece üreticiler Su bazlı yapıştırıcılara uygun geliştirdikleri lastikleri YENİ NESİL LASTİKLER diye satmaya başladılar.
28 Temmuz 2010 Çarşamba
MASA TENİSİ RAKET LASTİKLERİ
Bir raketin en önde olan yeri ise lastiklerdir. Tahtalarda olduğu gibi bu ekipmanlarda kendi içinde 2 ye ayrılır.
A: Çin lastikleri
B: Avrupa-Japon lastikleri.
Çin lastikleri denilenler sadece Çin’de üretildiği için bu adı taşımazlar. Bu tarz lastikler Avrupa ve Japonya dada üretilirler. Bunların en önemli özelliği dış yüzeylerinin (Topa temas eden tarafları) yapışkan olmasıdır. Topu masaya koyup raketi de üzerine hafifçe bastırıp raketi kaldırdığınızda top rakete yapışarak belli bir süre öylece kalır.
Avrupa ve Japon lastiklerinde üst yüzey böyle yapış yapış olmaz. Bu lastikler diğerlerine göre daha hafif ve daha yumuşaktır.
Çin lastikleri ile falso vermek ve kesmek çok daha kolaydır.
Çin lastikleri daha dayanıklı ve geç eskiyen bir yapısı vardır.
Çin lastikleri daha ucuzdur.
Avrupa lastikleri nispeten daha zor falso üretseler de rakibin falsolarından daha az etkilenirler.
Avrupa lastikleri Çin lastikleri kadar bakım istemezler. Çok fazla temizlemeden de oynanırlar.
Avrupa lastikleri daha hafiftir.
Avrupa lastikleri daha yumuşaktır. Çünkü üst yüzeyi yapışkanlı ve topu tutan özelliğinden dolayı Çin lastiklerinin hızı çok azdır. Bunun önüne geçebilmek için Çinli üreticiler sünger kısmını çok sert ve yoğun yapmak zorunda kalırlar. Bu nedenle hissi azalır ve ağırlığı artar.
Yumuşak lastikleri kontrol etmek daha kolaydır.
Genel özellik olarak Çin lastikleri ne kadar iyi falso üretirse o kadar da iyi falso yerler. Ayrıca sert süngere sahip olduklarından hissi azdır ve bu nedenle kontrol etmek zorlaşır. Ama Çin lastikleri ile iyi oynayabilen bir sporcu iseniz rakiplerinize sizden gelen spinler ve falsolar kabus olur.
Bu saydığımız lastikler düz lastiklerdir. Bir de tırtık veya pütür denilen lastikler vardır. Bu lastiklerin üst yüzeyi düz değil pütürlüdür. Onların atış açısı spini daha farklıdır. Eğer rakibinizin pütürlü lastiği varsa sorun da vardır. Çok fazla top spin üretiyormuş gibi bir hareketle size gelen topun aslında hiç dönmediğini, siz topu fileye taktığınızda anlarsınız. Yada kesme hareketi yaptığında aslında topun yan falsolu geldiğini… Eğer bir oyuncu pütürlü lastik kullanıyorsa bilin ki Pütür taktığı tarafı zayıftır. Eğer profesyonel değilseniz veya ders veren bir hocanız yoksa pütür kullanmayın.
En son lastik türü de yine üst yüzeyi düz olan fakat bir mermer kadar kaygan olan ANTİ lastikleridir. Bu lastikler karşıdan gelen tüm falso, spin ve kesmeleri yok eder. Çünkü top lastiğin kaygan yüzeyine çarptığında patinaj çekmeye başlar ve ivmesini kaybeder. Bu tarz lastik kullananlar rakipten gelen falsoları karşılayamayanlardır. Ama sizede falsolu top gönderemezler.
Yeni başlayan biri iseniz düz lastik sizin için en hayırlısı olur. Ama burada da karar vermeniz gereken asıl konu, ÇİN mi Avrupa-Japon mu?
A: Çin lastikleri
B: Avrupa-Japon lastikleri.
Çin lastikleri denilenler sadece Çin’de üretildiği için bu adı taşımazlar. Bu tarz lastikler Avrupa ve Japonya dada üretilirler. Bunların en önemli özelliği dış yüzeylerinin (Topa temas eden tarafları) yapışkan olmasıdır. Topu masaya koyup raketi de üzerine hafifçe bastırıp raketi kaldırdığınızda top rakete yapışarak belli bir süre öylece kalır.
Avrupa ve Japon lastiklerinde üst yüzey böyle yapış yapış olmaz. Bu lastikler diğerlerine göre daha hafif ve daha yumuşaktır.
Çin lastikleri ile falso vermek ve kesmek çok daha kolaydır.
Çin lastikleri daha dayanıklı ve geç eskiyen bir yapısı vardır.
Çin lastikleri daha ucuzdur.
Avrupa lastikleri nispeten daha zor falso üretseler de rakibin falsolarından daha az etkilenirler.
Avrupa lastikleri Çin lastikleri kadar bakım istemezler. Çok fazla temizlemeden de oynanırlar.
Avrupa lastikleri daha hafiftir.
Avrupa lastikleri daha yumuşaktır. Çünkü üst yüzeyi yapışkanlı ve topu tutan özelliğinden dolayı Çin lastiklerinin hızı çok azdır. Bunun önüne geçebilmek için Çinli üreticiler sünger kısmını çok sert ve yoğun yapmak zorunda kalırlar. Bu nedenle hissi azalır ve ağırlığı artar.
Yumuşak lastikleri kontrol etmek daha kolaydır.
Genel özellik olarak Çin lastikleri ne kadar iyi falso üretirse o kadar da iyi falso yerler. Ayrıca sert süngere sahip olduklarından hissi azdır ve bu nedenle kontrol etmek zorlaşır. Ama Çin lastikleri ile iyi oynayabilen bir sporcu iseniz rakiplerinize sizden gelen spinler ve falsolar kabus olur.
Bu saydığımız lastikler düz lastiklerdir. Bir de tırtık veya pütür denilen lastikler vardır. Bu lastiklerin üst yüzeyi düz değil pütürlüdür. Onların atış açısı spini daha farklıdır. Eğer rakibinizin pütürlü lastiği varsa sorun da vardır. Çok fazla top spin üretiyormuş gibi bir hareketle size gelen topun aslında hiç dönmediğini, siz topu fileye taktığınızda anlarsınız. Yada kesme hareketi yaptığında aslında topun yan falsolu geldiğini… Eğer bir oyuncu pütürlü lastik kullanıyorsa bilin ki Pütür taktığı tarafı zayıftır. Eğer profesyonel değilseniz veya ders veren bir hocanız yoksa pütür kullanmayın.
En son lastik türü de yine üst yüzeyi düz olan fakat bir mermer kadar kaygan olan ANTİ lastikleridir. Bu lastikler karşıdan gelen tüm falso, spin ve kesmeleri yok eder. Çünkü top lastiğin kaygan yüzeyine çarptığında patinaj çekmeye başlar ve ivmesini kaybeder. Bu tarz lastik kullananlar rakipten gelen falsoları karşılayamayanlardır. Ama sizede falsolu top gönderemezler.
Yeni başlayan biri iseniz düz lastik sizin için en hayırlısı olur. Ama burada da karar vermeniz gereken asıl konu, ÇİN mi Avrupa-Japon mu?
MASA TENİSİ TAHTALARI
Bu sporun en önemli enstrümanı olan raketlerden bahsedelim. RAKET:
Raket iki ana parçadan oluşur. 1. Sap ve tepsi kısmından olan tahta 2. Kırmızı ve siyah olmak üzere iki parça olan lastikler. Spor mağazalarında satılan ucuz raketlere hazır raket denilir. Bu raketlerden alırsanız bununla oynarsınız. Ama profesyonel anlamda oynamak istiyorsanız ya da gerçekten iyi oynadığınız düşünüyorsanız, bu hazır raketler sizin ihtiyacınıza çözüm olamazlar.
Hazır raketler sizin oyununuzu geliştirmez. Yanlış bile vursanız doğru gidebilir, yada doğru vursanız yanlış gidebilir. Bu yüzden tavsiyem hazır raket alacağınıza ucuz yollu bir kombinasyon (profesyonel raket)yapmanızdır. Bu raketlere kombinasyon denmesinin nedeni tahta ve lastikleri ayrı ayrı satın alınıp yapıştırılmasındandır. 1000 lerce tahta ve bir o kadar da lastik arasından istediğiniz kombinasyonu oluşturmanız size kalmıştır. Bu kadar çok seçenek içinde boğulan çok kişi gördüm. Bunlardan biride bendim.
Bu nedenle tahta ve lastiklerin genel özelliklerini yazarak bir nebze olsun fikir sahibi olunabileceğini umuyorum.
TAHTALAR:
Ana hatları olarak 2 ye ayrılırlar. A: tamamen ağaçtan yapılanlar.
B: İçerisinde kompozit malzeme kullanılanlar.
Tamamen ağaçtan yapılanlar çoğunlukla daha yumuşak ve sakin huylu tahtalardır. (tabiî ki kullanılan ağacın yapısına göre değişir.) yapıldığı ağacın özeliklerini yansıtır. Yumuşak bir ağaçtan yapılmışsa hissi çok defans yönü kuvvetli ve hızı yavaş olur. Yapımında kullanılan ağaç sert bir ağaç ise hızı yükselmesinin yanı sıra kontrol ve defans yönünü zayıflatır.
Bildiğim en yumuşak ağaç BALSA dır. Pek çok tahtada bu ağaç kullanılır. Çünkü ucuz ve çok hafif bir ağaçtır. Bu ağaç ile yapılan raketlerde genelde kalın ve yumuşak olurlar.
Sert ağaçlara örnek ise abanoz limba ve en çok beğenilen ve kullanılan Hinoki ağaçlarıdır. Bu ağaçlardan yapılan tahtalar daha sert daha hızlı ve spin yönü kuvvetli tahtalardır. Özellikle hinoki ağacı sadece Japonya da yetişen nadir bir ağaç olduğundan bu tahtalara pahalıdır.
İçerisinde kompozit malzeme barındıran tahtalar çoğunlukla en hızlı tahtalardır. Off+ denilen hıza bu tahtalarla çıkılır. Bu kadar hızlı olduğundan kontrol edilmesi de o kadar zordur. Kompozit malzemeler KARBON dur. ARYLATE, TAMCA, ULC, ZYLON, KEVLAR gibi çok sert malzemelerdir. (Mesela kevlar kurşun geçirmez yelek yağımında kullanılır) Bu karbon katmanlar hızı artırdıkları gibi swet spot denilen tatlı vuruş noktasını da genişletirler. Ağaç raketlerde top raketin kenarlarına yakın yerlere çarparsa istediğiniz yere gitmez. İstediğiniz yere atabilmeniz için topa raketinizin neredeyse tam ortasıyla vurmanız gerekir. Karbon raketlerde bu orta nokta(tatlı vuruş noktası) biraz daha geniştir. Aşağıda resmini gördüğünüz raket tahtası Butterfyl'ın arylate karbon tahtasıdır.
Eğer yeni başlayan bir sporcuysanız karbon tahtaları çok fazla düşünmeseniz iyi edersiniz. Lakin topa vurunca "ya bu top uçuyo" tarzında anlam veremediğiniz sorunlar yaşamanız mümkün. Karbon olmayan tahtalarla istediğiniz yere topu atmanız nispeten kolaydır. Ama karbon tahtalarla eğer istediğiniz yere topu atabilliyorsanız her attığınız top süratli ve spinli gidecek ve rakibiniz zorlanacaktır. Ama istediğiniz yere atabiliyorsanız...
Raket iki ana parçadan oluşur. 1. Sap ve tepsi kısmından olan tahta 2. Kırmızı ve siyah olmak üzere iki parça olan lastikler. Spor mağazalarında satılan ucuz raketlere hazır raket denilir. Bu raketlerden alırsanız bununla oynarsınız. Ama profesyonel anlamda oynamak istiyorsanız ya da gerçekten iyi oynadığınız düşünüyorsanız, bu hazır raketler sizin ihtiyacınıza çözüm olamazlar.
Hazır raketler sizin oyununuzu geliştirmez. Yanlış bile vursanız doğru gidebilir, yada doğru vursanız yanlış gidebilir. Bu yüzden tavsiyem hazır raket alacağınıza ucuz yollu bir kombinasyon (profesyonel raket)yapmanızdır. Bu raketlere kombinasyon denmesinin nedeni tahta ve lastikleri ayrı ayrı satın alınıp yapıştırılmasındandır. 1000 lerce tahta ve bir o kadar da lastik arasından istediğiniz kombinasyonu oluşturmanız size kalmıştır. Bu kadar çok seçenek içinde boğulan çok kişi gördüm. Bunlardan biride bendim.
Bu nedenle tahta ve lastiklerin genel özelliklerini yazarak bir nebze olsun fikir sahibi olunabileceğini umuyorum.
TAHTALAR:
Ana hatları olarak 2 ye ayrılırlar. A: tamamen ağaçtan yapılanlar.
B: İçerisinde kompozit malzeme kullanılanlar.
Tamamen ağaçtan yapılanlar çoğunlukla daha yumuşak ve sakin huylu tahtalardır. (tabiî ki kullanılan ağacın yapısına göre değişir.) yapıldığı ağacın özeliklerini yansıtır. Yumuşak bir ağaçtan yapılmışsa hissi çok defans yönü kuvvetli ve hızı yavaş olur. Yapımında kullanılan ağaç sert bir ağaç ise hızı yükselmesinin yanı sıra kontrol ve defans yönünü zayıflatır.
Bildiğim en yumuşak ağaç BALSA dır. Pek çok tahtada bu ağaç kullanılır. Çünkü ucuz ve çok hafif bir ağaçtır. Bu ağaç ile yapılan raketlerde genelde kalın ve yumuşak olurlar.
Sert ağaçlara örnek ise abanoz limba ve en çok beğenilen ve kullanılan Hinoki ağaçlarıdır. Bu ağaçlardan yapılan tahtalar daha sert daha hızlı ve spin yönü kuvvetli tahtalardır. Özellikle hinoki ağacı sadece Japonya da yetişen nadir bir ağaç olduğundan bu tahtalara pahalıdır.
İçerisinde kompozit malzeme barındıran tahtalar çoğunlukla en hızlı tahtalardır. Off+ denilen hıza bu tahtalarla çıkılır. Bu kadar hızlı olduğundan kontrol edilmesi de o kadar zordur. Kompozit malzemeler KARBON dur. ARYLATE, TAMCA, ULC, ZYLON, KEVLAR gibi çok sert malzemelerdir. (Mesela kevlar kurşun geçirmez yelek yağımında kullanılır) Bu karbon katmanlar hızı artırdıkları gibi swet spot denilen tatlı vuruş noktasını da genişletirler. Ağaç raketlerde top raketin kenarlarına yakın yerlere çarparsa istediğiniz yere gitmez. İstediğiniz yere atabilmeniz için topa raketinizin neredeyse tam ortasıyla vurmanız gerekir. Karbon raketlerde bu orta nokta(tatlı vuruş noktası) biraz daha geniştir. Aşağıda resmini gördüğünüz raket tahtası Butterfyl'ın arylate karbon tahtasıdır.
Eğer yeni başlayan bir sporcuysanız karbon tahtaları çok fazla düşünmeseniz iyi edersiniz. Lakin topa vurunca "ya bu top uçuyo" tarzında anlam veremediğiniz sorunlar yaşamanız mümkün. Karbon olmayan tahtalarla istediğiniz yere topu atmanız nispeten kolaydır. Ama karbon tahtalarla eğer istediğiniz yere topu atabilliyorsanız her attığınız top süratli ve spinli gidecek ve rakibiniz zorlanacaktır. Ama istediğiniz yere atabiliyorsanız...
MASA TENİSİ
Yeteri kadar değer verilmediğini düşündüğüm bir spor dalı da MASA TENİSİ dir. Bazıları adına pinpon dese de bu sadece oyun amaçlı oynayanların söyleyeceği bir isimdir. Bu sporu yapanlar için gerçek adı MASA TENİSİ dir. Masa tenisinin tarihçesi ile ilgili bilgiler bir çok internet sitesinde mevcuttur bu yüzden bu konuya değinmek istemiyorum. Benim burada anlatmak istediğim asıl mesele bu sporun diğer sporlardan farkı…
Bilinen sporların pek çoğunda (özellikle takım sporlarında) pasif dinlenme denilen durum yaşanır. Eğer top yada başka bir spor aleti sizde değilse dinlenmek için biraz da olsa zamanınız vardır. Yada yüzme, koşma gibi sporlarda ise müsabaka anında pasif dinlenme durumu olmaz ise de düşünmeden müsabakayı devam ettirebilirsiniz.
Her spor kendine göre belli bir disiplin, zeka, güç ve yetenek göstermenizi gerektirir. Ama masa tenisinde işler biraz daha farklıdır. Topun sizden gitmesi ile size tekrar dönmesi arasındaki süre en fazla 2 saniyedir. Bu 2 saniye içinde tekrar yerinizi almalı rakibin vuruşunu gözlemeli topu takip etmeli ve ona göre bir strateji belirleyerek tekrar topa hamle yapmalısınız.
Böyle anlatılınca sanki bir atomu parçalayacakmış kadar karmaşık bir şey yapıyormuşuz gibi göründüğünün biliyorum. Okuyanlardan “altı üstü pinpon bu topa vurursun gider geri gelirse bir daha vurursun” dediğinizi duyar gibiyim. Ama o vurursun gider kısmında bile yukarıda yazılanları yaptığınıza eminim. Siz fark etmeseniz de bunları yaparsınız. Bu nedenledir ki bu sporu yaparken başka şeyler düşünmek gibi bir lüksünüz olamaz. Buda bir nevi motivasyon ve deşarj olma şekli olarak kullanılabilir. Bugün bazı psikologlar tedavi amacı ile hastalarına bu sporu tavsiye etmelerinin nedeni de budur.
Ayrıca masa tenisi oynamak için kramponlar, özel sahalar uzun bir zaman ayırmak gibi dertlerinizde yoktur. Takım elbise ile çalıştığınız işinizden çıktığınızda partneriniz de varsa masanın başında ceketinizi çıkararak bile oynayabileceğiniz bir oyun.
Hatta bazı maddi durumu iyi olanların 300-500 tl gibi bir fiyatla satın alabileceği orta kalitede masa ile ömrünün sonuna kadar kendine bir spor sahası alacağını da unutmayalım.
Bu sporun en önemli enstrümanı raketlerdir. Hemen her spor mağazasında bulunan ve çifti bir paket sigara fiyatına satılan raketlerden tutunda bir devlet memuru maaşlarına kadar fiyatlandırılabilen profesyonel raketler bulmak mümkündür. Siz yeter ki oynayacak yer ve kendinize bir rakip bulun.
15 Nisan 2010 Perşembe
kayıp kıta mu (3)!!!
Bu zaferden sonra Belarin oğulları haricinde hayatta kalmayı başarabilen insanlar mağaralara ve yer altlarına saklandılar. Artık sahip oldukları güçlerini kullanmak çok tehlikeliydi zira Belairin oğulları denilen kötü adamlar, bu gücün kullanıldığını farkettiklerinde gücün kaynağına ulaşmaları sadece an meselesiydi. Böylece mağaralarda saklanarak ve güçlerini kullanamadan sadece hayatta kalabilmek için sessiz sedasız yaşayabilmeye çalıştılar...
Daha sonra doğan çocuklar da kullanmalarının yasak olduğu güçlerini zamanla unuttular.
Ancak Belairin oğulları sanıldığı kadar ileri bir teknoloji kurmaktan ziyade sınır tanımayan egolarına yenik düşmeye başladılar. Kimi rivayetlere göre (Prof. Hernandez ve Cayce Edgar Evans gibi hatırı sayılır bilim adamlarına göre) Belairin oğullarının geliştirdiği bu silah evrenin dengesini bozacak kadar güçlü bir silahtı. Evrende yaşayan diğer canlılar, bu silahı yok etmeleri için defalarca ricada bulundular, tehdit ettiler ama tüm çabaları boşaydı.
Sonuç olarak gelişmiş uzaylı varlıklar bu silahın yok edilmesi amacıyla Atlantis kıtasına ve Belairin oğullarına saldırdılar ve silahı yok edemedilerse de parçalayıp kulanılamaz hale getirdiler. Söylenene göre bir parçası Alaskada bir parçası Bermuda açıklarında. Eğer doğruysa Alaska civarında UFO ların çok sık görünmesinin ve Bermuda Şeytan Üçgeninin gizemlerini bir nebze de olsa açıklamakta bize destek olabilir.
Saldırı sonucunda koskoca Atlantis kıtası sulara gömüldü ve Dünya artık mağaralarda sakanmakta olan ve zamanla tüm yetilerini kaybeden insanoğluna kaldı.
Böylece dünyada yeni bir hayat devam etmeye başladı...
Daha sonra doğan çocuklar da kullanmalarının yasak olduğu güçlerini zamanla unuttular.
Ancak Belairin oğulları sanıldığı kadar ileri bir teknoloji kurmaktan ziyade sınır tanımayan egolarına yenik düşmeye başladılar. Kimi rivayetlere göre (Prof. Hernandez ve Cayce Edgar Evans gibi hatırı sayılır bilim adamlarına göre) Belairin oğullarının geliştirdiği bu silah evrenin dengesini bozacak kadar güçlü bir silahtı. Evrende yaşayan diğer canlılar, bu silahı yok etmeleri için defalarca ricada bulundular, tehdit ettiler ama tüm çabaları boşaydı.
Sonuç olarak gelişmiş uzaylı varlıklar bu silahın yok edilmesi amacıyla Atlantis kıtasına ve Belairin oğullarına saldırdılar ve silahı yok edemedilerse de parçalayıp kulanılamaz hale getirdiler. Söylenene göre bir parçası Alaskada bir parçası Bermuda açıklarında. Eğer doğruysa Alaska civarında UFO ların çok sık görünmesinin ve Bermuda Şeytan Üçgeninin gizemlerini bir nebze de olsa açıklamakta bize destek olabilir.
Saldırı sonucunda koskoca Atlantis kıtası sulara gömüldü ve Dünya artık mağaralarda sakanmakta olan ve zamanla tüm yetilerini kaybeden insanoğluna kaldı.
Böylece dünyada yeni bir hayat devam etmeye başladı...
9 Nisan 2010 Cuma
kayıp kıta mu 2
Bilgilere göre Mu kıtasında yaşamış olan insanlar çok gelişmiş ve ileri bir toplum kurmuşlardır. Ancak ne olduysa koskoca bir kıta bir anda çok az iz bırakarak sular atına gömülmüştür. Bazılarına göre doğal afetler, kimlerine göre büyük bir savaş bu kıtanın yok olmasına neden olmuş. Hatta bir uç fikire göre o zamanlar dünyanın 2 tane uydusu vardı ve Atlantisliler küçük olan uyduyu Mu kıtasının yörüngesine oturtup büyük silahlarla vurarak onun Mu kıtasının üstüne düşmesine neden oldular...
Ortak nokta ise Atlantislilerin ve Mu'luların birbirleriyle savaştıkları ve bu savaşlarda çok acayip silahlar kullandıklarıdır.
Efsanelere göre her yönüyle gelişmiş bir uygarlık olan Mu'lular Manevi zenginliğe ve tabiatın yüceliğine önem vermişler. Bir tanrı, Bir eş fikrine sahip olmuşlardı. Mu'lulara göre İnsanın en önemli görevi kendini geliştirmek ve içinde yaşadığı dünyayı daha güzel bir hale getirmekti.
Dünyadaki yaşamın daha doğrusu ilk insanların ilk var olduğu yer Mu kıtasıydı. İnsanlar burada belli bir gelişim gösterdikten sonra bilmedğimiz bir sebepten ötürü 5 adet koloni kurup dünyanın çeşitli yelerine göç etmişlerdir.
Bunlardan birisi Orta Asya da büyük bir koloni ve uygarlık kuran CHURCWARD'ın da sık sık bahsettiği UYGURLAR.
Bir diğeri MAYA lar
Başka biri MISIRLILAR ve
HİNTLİLER
ATLANTİS liler.
Bu kolonilerin içinde en büyük ulusu ve medeniyeti kurabilenler şüphesiz UYGURLAR dır. UYGURLARIN bu kadar büyük medeniyet kurduklarını ÇİN tarih belgeleri de ifade etmektedir. Günümüzde iyice deşifre olmuş olan Büyük TÜRK piramitleri de bunun doğruluğunu kanıtlar şekildedir. ( 34.390380,108739579 )
Bu koordinatları google mapste varsayılan konumu ayarla kısmına yapıştırısanız ve uydu görüntüsü olarak bakarsanız muazzam TÜRK piramitlerini görebilirsiniz.)
Uygurlardan sonra en büyük koloni olan Atlantislilerdi. Ne yazık ki Atlantis halkı kendi içinde ikiye bölündü ve uzun yıllar birbirleri ile savaştılar. Bir tarafta iyinin simgesi olan BİRİN OĞULLARI (bir tanrı, bir eş) diğer tarafta kötünün simgesi olan BELAİRİN OĞLULLARI. İyi ve Kötü yıllar süren savaşlar yaptılar. Kötü olan grup teknolojik anlamda çok daha güçlüydüler ve çok ölümcül silahlarla savaştılar. Birin oğulları ise doğal güçlerini kullandılar. Onların en önemli silahı SEVGİ ve EVRENİN BİTMEK BİLMEYEN ENERJİSİYDİ.
Bir süre sonra kötüler galip geldiler ve tüm dünyaya ükmetmek üzere bugünkü AVRUPA kıtasının ortalarına kadar yakıp yıkarak ilerlediler. Bir nokataya geldiklerinde Tüm dünya insanaları ve hatta canlıları birlik olup BELARİN OĞLULLARINA karşı savaşa girdiler. (tıpkı yüzüklerin efendisinde olduğu gibi. Yüzüklerin efendisi de eski İSKANDİNAV efsanlerinin birebir aynısıdır) Bu büyük savaşı İYİ olanlar kazandı. Ama bu savaşta en önemli silahları olan SEVGİ leri çok büyük yara aldı. Nacaal öğretilerine göre Tanro sevginin ta kendisidir ve tüm evren sevgi üzerine kurulmuştur. O günden itibaren insanların içindeki sevgi duygusu azalmaya başladı. Artık her iyinin içinde biraz da olsa kötülük oluşmaya başlamıştı. Sevgisiz kalan toplum Tanrı'dan uzaklaşıp yok olmaya mahkum olur. Beyazın simgesi olan BİRİN OĞLULLARI artık GRİ olmuşlardı.
Tamamen yok edemedikleri BELARİN OĞULARI birgün yeniden eski kudretli günlerine ulaşacaktı ve öyle de oldu. Binlerce yıl sonra BELAİRİN OĞULLARI eskisinden farklıydılar.
İnsanlar ve hayvanlar üzerinde yaptıkları deneylerle Aptal, şekilsiz, çirkin yaratıkların doğmasına neden oldular. (Avrupa efsanlerinde ki TROLLER, bunlara DEV de deniliyordu veya fosilleri bulunan yarı insan yarı hayvan gibi yaratıklar).
Bunun yanı sıra tüm evrenin en güçlü silahını yapmışlardı. İnsanları ve Canlıları öldüren ve öldükten sonra bile devam eden enerjilerini (ruhlarını) yok eden bir anti enerji silahı yapabilmişlerdi. Bu silahla birlikte Düşmanın merkezine yani MU KITASINA saldırdılar ve normal olarak eşine az rastlanır bir zafer elde ettiler.
Ortak nokta ise Atlantislilerin ve Mu'luların birbirleriyle savaştıkları ve bu savaşlarda çok acayip silahlar kullandıklarıdır.
Efsanelere göre her yönüyle gelişmiş bir uygarlık olan Mu'lular Manevi zenginliğe ve tabiatın yüceliğine önem vermişler. Bir tanrı, Bir eş fikrine sahip olmuşlardı. Mu'lulara göre İnsanın en önemli görevi kendini geliştirmek ve içinde yaşadığı dünyayı daha güzel bir hale getirmekti.
Dünyadaki yaşamın daha doğrusu ilk insanların ilk var olduğu yer Mu kıtasıydı. İnsanlar burada belli bir gelişim gösterdikten sonra bilmedğimiz bir sebepten ötürü 5 adet koloni kurup dünyanın çeşitli yelerine göç etmişlerdir.
Bunlardan birisi Orta Asya da büyük bir koloni ve uygarlık kuran CHURCWARD'ın da sık sık bahsettiği UYGURLAR.
Bir diğeri MAYA lar
Başka biri MISIRLILAR ve
HİNTLİLER
ATLANTİS liler.
Bu kolonilerin içinde en büyük ulusu ve medeniyeti kurabilenler şüphesiz UYGURLAR dır. UYGURLARIN bu kadar büyük medeniyet kurduklarını ÇİN tarih belgeleri de ifade etmektedir. Günümüzde iyice deşifre olmuş olan Büyük TÜRK piramitleri de bunun doğruluğunu kanıtlar şekildedir. ( 34.390380,108739579 )
Bu koordinatları google mapste varsayılan konumu ayarla kısmına yapıştırısanız ve uydu görüntüsü olarak bakarsanız muazzam TÜRK piramitlerini görebilirsiniz.)
Uygurlardan sonra en büyük koloni olan Atlantislilerdi. Ne yazık ki Atlantis halkı kendi içinde ikiye bölündü ve uzun yıllar birbirleri ile savaştılar. Bir tarafta iyinin simgesi olan BİRİN OĞULLARI (bir tanrı, bir eş) diğer tarafta kötünün simgesi olan BELAİRİN OĞLULLARI. İyi ve Kötü yıllar süren savaşlar yaptılar. Kötü olan grup teknolojik anlamda çok daha güçlüydüler ve çok ölümcül silahlarla savaştılar. Birin oğulları ise doğal güçlerini kullandılar. Onların en önemli silahı SEVGİ ve EVRENİN BİTMEK BİLMEYEN ENERJİSİYDİ.
Bir süre sonra kötüler galip geldiler ve tüm dünyaya ükmetmek üzere bugünkü AVRUPA kıtasının ortalarına kadar yakıp yıkarak ilerlediler. Bir nokataya geldiklerinde Tüm dünya insanaları ve hatta canlıları birlik olup BELARİN OĞLULLARINA karşı savaşa girdiler. (tıpkı yüzüklerin efendisinde olduğu gibi. Yüzüklerin efendisi de eski İSKANDİNAV efsanlerinin birebir aynısıdır) Bu büyük savaşı İYİ olanlar kazandı. Ama bu savaşta en önemli silahları olan SEVGİ leri çok büyük yara aldı. Nacaal öğretilerine göre Tanro sevginin ta kendisidir ve tüm evren sevgi üzerine kurulmuştur. O günden itibaren insanların içindeki sevgi duygusu azalmaya başladı. Artık her iyinin içinde biraz da olsa kötülük oluşmaya başlamıştı. Sevgisiz kalan toplum Tanrı'dan uzaklaşıp yok olmaya mahkum olur. Beyazın simgesi olan BİRİN OĞLULLARI artık GRİ olmuşlardı.
Tamamen yok edemedikleri BELARİN OĞULARI birgün yeniden eski kudretli günlerine ulaşacaktı ve öyle de oldu. Binlerce yıl sonra BELAİRİN OĞULLARI eskisinden farklıydılar.
İnsanlar ve hayvanlar üzerinde yaptıkları deneylerle Aptal, şekilsiz, çirkin yaratıkların doğmasına neden oldular. (Avrupa efsanlerinde ki TROLLER, bunlara DEV de deniliyordu veya fosilleri bulunan yarı insan yarı hayvan gibi yaratıklar).
Bunun yanı sıra tüm evrenin en güçlü silahını yapmışlardı. İnsanları ve Canlıları öldüren ve öldükten sonra bile devam eden enerjilerini (ruhlarını) yok eden bir anti enerji silahı yapabilmişlerdi. Bu silahla birlikte Düşmanın merkezine yani MU KITASINA saldırdılar ve normal olarak eşine az rastlanır bir zafer elde ettiler.
28 Mart 2010 Pazar
kayıp kıta mu !!! (1)
Mu kıtası ile BATI kültürü ilk defa JAMES CHURCHWARD ile tanışmıştır. Bu bilgi hemen her yerde karşınıza çıkacağından detayları yazmayacağım. Ancak bilinen tüm bilgilerin sadece BATI kültürlerinin sahip olduğunu düşünmek ne kadar acizliktir ki MU kıtası gibi pek çok bilgiyi bazı medeniyetler epey iyice tanırken BATI kültürleri bu bilgiyi 1900 lü yılların başında öğrenmişlerdir. Başka konularda olduğu gibi bu bilgiyi de sonradan öğrendiklerinde ilk ve en kolay yolu seçerek İNKAR etmişlerdir. Her zaman olduğu gibi bu konuda da en doğru yaklaşım akıl ve mantıklı bir bakış açısıyla olaya bakmak olmalıdır.
Batı kültürlerine göre ilk insansı varlıklar 200.000 yıl kadar önce ortaya çıkmıştır. (karbon 12 ve karbon 14 testlerine göre. Bu konuya daha sonra değinmek isterim.) Madem 200.000 yıldır tarih sahnesinde İnsanlar vardı, neden 196.000 yıl bekleyip bir anda tarihe izler bırakmaya başladılar. Burada sanırım modern bilim kendisi ile çelişiyor. Modern bilimin kabul ettiği tek şey yazılı bilgilerdir. Ancak üzücü olan durum da şudur ki, zaten Mu ve Atlantis kıtası ile ilgili pek çok yazılı belge bulunmuş ve okunarak deşifre edilmiştir. Örneğin Platon'un kitapları, Maya piramitlerinde yazan yazıtlar. (Batı ülkelerimizin anısına...) Eski Tibet NACAAL tabletleri vs. Ama sanırım bunlar BATILI ULEMALAR için yeterli olamadı.
Olayı bir de Dini bilgiler doğrultusunda düşünürsek; 3 büyük Dine göre ilk insan olarak Hz ADEM kabul edilmektedir. (dinlere göre ismi değişse de!) Eğer ilk insan Hz ADEM se, arkeolojik kazılarda bulunan insansı varlıklar Hz ADEM'in çocukları olabilir mi? Olaya Dini bilgiler ışığında baktığımızda bu saçma sapan fikirleri kesinlikle kabul edemeyiz.
Ama modern bilim, elindeki bulgulara göre oluşturduğu bilgiyi, insanlara dayattığı bilginin gerekçelerini açıklamakta sıkıntılar yaşamaktadır. Bulguların kaç yıllık olduğunu hesaplarken kullandığı karbon testlerinin doğrulğunu bize dikte ederken, aynı zamanda karbon testlerinin 3000 yıldan sonra anormal sapmalar yaptığını da itiraf etmekten geri kalmıyor. Bu durum bizi kandırmak anlamına gelmiyor mu?
CHURCHWARD'ın heyecanla bahsettiği tarihsel süreci hemen hemen hiç bir sebep göstermeden inkar etmeye başladılar. Çünkü, şu an bize hatta çocuklarımıza öğrettikleri tarih, onların işine gelen bir tarihsel gelişim süreciydi. Tıpkı TÜRK'lere BARBAR denmesi gibi bir öğretiydi.
En nihayetinde MU KITASI ve ATLANTİS gibi kıtaların bir zamanlar var olduğu ile ilgili tezleri kabul etmeyecekseniz bile bunun gerçekten mantığınıza uygun bir açıklaması olması gerekir.
Bu konuyla ilgili yazmaya devam edeceğim...
Batı kültürlerine göre ilk insansı varlıklar 200.000 yıl kadar önce ortaya çıkmıştır. (karbon 12 ve karbon 14 testlerine göre. Bu konuya daha sonra değinmek isterim.) Madem 200.000 yıldır tarih sahnesinde İnsanlar vardı, neden 196.000 yıl bekleyip bir anda tarihe izler bırakmaya başladılar. Burada sanırım modern bilim kendisi ile çelişiyor. Modern bilimin kabul ettiği tek şey yazılı bilgilerdir. Ancak üzücü olan durum da şudur ki, zaten Mu ve Atlantis kıtası ile ilgili pek çok yazılı belge bulunmuş ve okunarak deşifre edilmiştir. Örneğin Platon'un kitapları, Maya piramitlerinde yazan yazıtlar. (Batı ülkelerimizin anısına...) Eski Tibet NACAAL tabletleri vs. Ama sanırım bunlar BATILI ULEMALAR için yeterli olamadı.
Olayı bir de Dini bilgiler doğrultusunda düşünürsek; 3 büyük Dine göre ilk insan olarak Hz ADEM kabul edilmektedir. (dinlere göre ismi değişse de!) Eğer ilk insan Hz ADEM se, arkeolojik kazılarda bulunan insansı varlıklar Hz ADEM'in çocukları olabilir mi? Olaya Dini bilgiler ışığında baktığımızda bu saçma sapan fikirleri kesinlikle kabul edemeyiz.
Ama modern bilim, elindeki bulgulara göre oluşturduğu bilgiyi, insanlara dayattığı bilginin gerekçelerini açıklamakta sıkıntılar yaşamaktadır. Bulguların kaç yıllık olduğunu hesaplarken kullandığı karbon testlerinin doğrulğunu bize dikte ederken, aynı zamanda karbon testlerinin 3000 yıldan sonra anormal sapmalar yaptığını da itiraf etmekten geri kalmıyor. Bu durum bizi kandırmak anlamına gelmiyor mu?
CHURCHWARD'ın heyecanla bahsettiği tarihsel süreci hemen hemen hiç bir sebep göstermeden inkar etmeye başladılar. Çünkü, şu an bize hatta çocuklarımıza öğrettikleri tarih, onların işine gelen bir tarihsel gelişim süreciydi. Tıpkı TÜRK'lere BARBAR denmesi gibi bir öğretiydi.
En nihayetinde MU KITASI ve ATLANTİS gibi kıtaların bir zamanlar var olduğu ile ilgili tezleri kabul etmeyecekseniz bile bunun gerçekten mantığınıza uygun bir açıklaması olması gerekir.
Bu konuyla ilgili yazmaya devam edeceğim...
22 Mart 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)